23.6.2016

BB 32/16

Etkili Soruşturma Yürütme Yükümlülüğünün İhlaline İlişkin Hıdır ÖZTÜRK ve Dilif ÖZTÜRK Kararı Basın Duyurusu

Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, 21/4/2016 tarihinde Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk tarafından yapılan bireysel başvuruda (B. No: 2013/7832), Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucuların kızı olan A.Ö. Tunceli ili Mazgirt ilçesi Akpınar kasabasında faaliyet gösteren İl Özel İdaresine ait bir fabrikada çalışmakta iken 27/7/1992 tarihinde mesai bitiminden sonra kendisinden haber alınamamıştır. Başvurucu baba Hıdır Öztürk, Cumhuriyet başsavcılığına giderek kızının Tunceli-Elazığ kara yolu üzerinde yürüdüğü sırada kimliklerini belirleyemedikleri kişilerce beyaz renkli bir otomobile alındığını iddia etmiş, ilkin kızıyla evlenmek isteyen bir şahıstan, daha sonra alışveriş yaptığı marketi işleten kişiden şüphelendiğini belirtmiş, bu kişi ile suç ortağı olduğunu ileri sürdüğü başka bir kişi için de soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunmuştur.

A.Ö.yü arama çalışmaları devam ederken 8/8/1992 tarihinde, Elazığ ili sınırları içinde boynuna dolanan bezin sıkılması suretiyle öldürüldüğü anlaşılan bir kadın cesedine ulaşılmıştır. Başvurucular söz konusu kadın cesedinin kızları A.Ö.ye ait olduğunu teşhis etmişlerdir.

10/8/1992 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu Hıdır Öztürk’ün olay günü kızıyla aynı otomobilde olduğunu iddia ettiği N.A., E.A. ve S.Ç. hakkında A.Ö.yü taammüden öldürme suçundan kamu davası açmış, yargılama sonucunda sanıkların beraatlerine, ayrıca olayın faillerinin tespit edilmesi için suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir. Bu suç duyurusu üzerine Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı failler hakkında "daimî arama" kararı vermiştir.

Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sırasında sanık Ş.Ç. müdafisi bir gazetede, olayın "örgüt kontrgerilla cinayetini lanetledi" şeklinde yayımlandığını söylemiştir.

İnsan Hakları Derneği Tunceli Şubesi Başkanı ve bir avukat tarafından, bir gazetenin 26/8/1993 tarihli nüshasında "Ölüm Mangası" başlıklı haberinde, kimliği açıklanmayan bir subay tarafından A.Ö.nün “Yeşil” kod adlı M.Y. tarafından öldürüldüğünün beyan edildiği iddia edilmiş ve bir dilekçeyle Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına başvurulmuştur. Bu iddia üzerine açılan soruşturma dosyası, A.Ö.nün ölümüne ilişkin soruşturma dosyası ile birleştirilmiştir.

Soruşturma devam ederken Türkiye Büyük Millet Meclisinde oluşturulan İnsan Hakları Komisyonunca başvurucu davet edilerek 13/12/2011 tarihinde dinlenmiştir. Başvurucu, kızının ölümüyle ilgili olarak 1992 yılında önce Tunceli İl Jandarma Komutanının kendisini çağırdığını, yalnız gittiği ilk görüşmesinde kızlarını da getirmesini istediğini, kızlarıyla gittiğinde ise Komutanlık binasının alt katında “M… Bey” adında zayıf ve sakallı bir kişi ile kapalı bir odada kızı A.Ö.nün görüştürüldüğünü, olaydan 2 ay sonra kızının kaçırıldığını, akabinde Elazığ Devlet Hastanesine bir kadın cesedini teşhis etmek için ailesiyle gittiğinde sivil kıyafetli bir polis memurunun karısı başvurucu Dilif Öztürk'e "Bu senin kızın, sana benziyordu." dediğini söylemiş ve kızının işkence edilerek öldürüldüğünü ileri sürmüştür.

Başvurucu ayrıca anlatımlarında geçen M.Y. isimli kişiyi bu olaylardan çok sonra televizyon kanallarında gördüğünü, kızlarının da bu kişiyi tanıdığını, kızının cesedinin bulunmasından üç gün sonra ikamet ettiği İl Özel İdaresi lojmanından tahliye edildiğini ve aynı tarihlerde A.Ö.nün iş sözleşmesinin de feshedildiğini ileri sürmüştür.

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, başvurucunun iddialarına ilişkin Tunceli ve Elazığ Cumhuriyet Başsavcılıklarından bilgi istemiştir. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı, Komisyona 28/12/2011 tarihinde yazdığı cevap yazısında kronolojik olarak bilgi vermiştir.

Başvurucu 1/2/2012 tarihinde vekili aracılığıyla kızının öldürülmesinden sorumlu tuttuğu "Yeşil" kod adlı M.Y.nin ve ekibinin yakalanmasında zafiyet gösterildiği iddiasıyla Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden bir dilekçeyle başvurmuştur. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı, M.Y. ve içlerinde bazı kolluk ve kamu görevlileri ile MİT mensuplarının da bulunduğu diğer kişiler hakkında fezleke düzenleyerek soruşturma dosyasını Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı 23/2/2012 tarihinde MİT Müsteşarlığından M.Y.’nin MİT bünyesindeki görevleri hakkında bilgi istemiş, Müsteşarlığının 15/3/2012 tarihli yazısıyla Eylül 1994-30/11/1996 tarihleri arasında konuları itibarıyla zaman zaman M.Y. adlı kişiden istifade edildiği bildirilmiştir.

Başvurucu, vekili aracılığıyla 25/4/2012 tarihinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına A.A. isimli subay olduğunu iddia eden kişinin yabancı bir ajansa verdiği görüntülü mülakata ilişkin elektronik kaydı (DVD) sunmuştur. Bu mülakatta A.A., M.Y.i başvurucunun kızının öldürüldüğü tarihlerde Diyarbakır ilinde (kendi beyanına göre) JİTEM binasında gördüğünü, M.Y.nin kendisine A.Ö.yü “bir terör örgütünün o dönemdeki Tunceli bölge sorumlusu ve örgüt içinde sözü geçen biri olduğunu açıkladığı S.Ç. isimli kişinin karısının kardeşi” olarak tanıttığını, A.Ö.nün S.Ç. ile çevresindekilere göz dağı verilmesi amacıyla öldürüldüğünü düşündüğünü söylemiştir.

Başvurucunun kızını Komutanlık binasında M.Y. isimli kişi ile görüştürdüğünü iddia ettiği Emekli Kıdemli Albay M.S.Y., Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan ifadesinde başvurucunun tüm iddialarını reddetmiştir.

Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun ifadesini 8/6/2012 tarihinde yeniden almıştır. Başvurucu bu ifadesinde genel olarak Komisyona verdiği ifadesini tekrar etmiş, farklı olarak 1992 yılının Mayıs ayında Tunceli İl Jandarma Komutanın çağrısı üzerine ölen A.Ö ve diğer iki kızı ile birlikte İl Jandarma Komutanlığına gittiklerinde binanın alt katında bulunan odada sakallı bir kişi tarafından kızlarına bazı sorular sorulması sırasında terör örgütünün bazı mensuplarının fotoğraflarının gösterildiğini, bu kişilerin arasında büyük kızı Ay.Ö.nün de fotoğrafının bulunduğunu, kızlarının, kardeşleri Ay.Ö.nün evlendikten sonra örgüte katıldığını ve sonrasında eşi S.Ç. ile birlikte yurt dışında yaşamaya başladığını söylediklerini, olay günü kızı A.Ö.nün biri sakallı olmak üzere üç erkek şahıs tarafından beyaz bir otomobille götürüldüğünün görüldüğünü söylemiş; ayrıca kamuoyunda bilinen adıyla "Susurluk raporu"’nda adı geçen Jandarma Emekli Astsubay H.O. ile telefonla görüştüğünü, bu kişinin kendisine kızı A.Ö.nün öldürülmesi olayıyla ilgili bilgisinin olduğunu söylediğini ileri sürmüştür.

H.O., 13/6/2012 tarihinde alınan ifadesinde, 1993 yılı Temmuz ayında Elazığ (kendi beyanına göre) JİTEM bölge komutanı olan Yüzbaşı Z. nin kendisine "Yeşil" kod adlı M.Y.nin Mazgirt'den A. isimli bir kadını, eniştesinin bir terör örgütünün Tunceli bölge sorumlusu olmasından dolayı kaçırdığını, yanında da örgüt itirafçısı olarak bilinen M.M. isimli kişinin bulunduğunu, kaçırdıktan sonra Diyarbakır JİTEM'ine getirdiklerini, bu dönemde JİTEM'in komutanı olan A.K.nin huzuruna çıkardıklarını ve akabinde M.M., M.Y., A.K. ve sonradan İsveç'de yaşamaya başlayan A.A.nın, A. isimli kadına üç gün süreyle işkence ettiklerini anlattığını ancak bu kişinin A. isimli kadının nasıl öldürüldüğü konusunda bilgi vermediğini söylemiştir.

H.O., aynı ifadesinde bu bölgede işkence edilenlerin Jandarma Komutanlıklarının yetkili olduğu bölgelerde öldürüldüklerini, böylece olayın gereği gibi soruşturulmasının önüne geçildiğini, olayı Mazgirt İlçe Jandarma Karakol Komutanının ve 1994 yılında birlik komutanı olan M.B.nin de bildiğini, A.Ö.nün ölümüyle sonuçlanan olaya ilişkin kayıtların Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığında tutulduğunu söylemiştir.

Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla başvurucunun iddialarında ismi geçen şahıslar, ifadelerinde A.Ö.yü, H.O.yu ve M.Y.yi tanımadıklarını, olay hakkında bilgileri olmadığını söylemişlerdir. Tunceli İl Özel İdaresi Müdürü olan K.K. 23/10/2012 tarihli ifadesinde başvurucu ve A.Ö.yü hatırlayamadığını, iddialara konu lojmanın boşaltılması işleminin rutin olduğunu söylemiştir.

Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, 13/3/2014 tarihine kadar başkaca bir işlem gerçekleştirmemiş, dosyayı yeniden Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı, şüpheli M.Y. hakkında 29/9/2014 tarihinde yeni bir yakalama emri çıkarmıştır.

Başvurucular 25/5/2005 tarihinde vekilleri aracılığıyla Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuş, Komisyonun 10/10/2006 tarihli kararıyla talebin reddine karar verilmiştir.

Başvurucular söz konusu ret kararının iptali talebiyle dava açmış, Mahkeme 3/6/2010 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Danıştay ilamıyla karar onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi de Danıştay tarafından reddedilmiştir.

Başvurucuların İddiaları

Başvurucular; kızlarının güvenlik güçleri ve MİT adına çalışan M.Y. tarafından zorla kaybettirilerek işkence yapılmak suretiyle öldürüldüğünü, bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmediğini, ayrıca açtıkları tazminat davasının, olayın terör ve terörden kaynaklanan bir olay olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

Başvuruya konu soruşturmada iddiaların olayın gerçekleştiği tarihten çok uzun bir süre sonra araştırılmaya başlanması ve faillerin ne surette yerine getirildiği anlaşılamayan bir şekilde aranması, bir sonuca varılmasını başlı başına güçleştiren bir durum meydana getirmiştir.

Söz konusu başvuru, olaylar bölümünde açıklandığı üzere belli bir tarihte ve ülkemizin belli bir bölgesinde güvenlik güçlerine bağlı bulunduğu iddia edilen bazı grupların, faili meçhul olaylara karıştıklarına ve bu olayın da anılan olaylardan biri olduğuna ilişkin iddialar içermektedir. Somut olayda bu tür grupların; varlığının, ileri sürüldüğü gibi zorla kaybettirme, işkence ve kanun dışı öldürmeye dâhil olup olmadıklarının ve olmuşlarsa derecesinin, araştırılması yönünde soruşturma makamlarınca herhangi bir adım atılmaması, soruşturmanın etkililiğini zayıflatan en önemli unsur olmuştur.

TBMM İnsan Hakları Komisyonun yazısı ve akabinde başvurucu Hıdır Öztürk'ün vekili aracılığıyla yaptığı başvuru üzerine yetkili makamlar, soruşturmayı kısmen derinleştirmişlerdir. Ancak bu aşamada da olayın aydınlatılmasına ve sorumluların tespitine imkân verebilecek bazı adımların atılmadığı görülmüştür.

Bunlardan ilki, A.Ö.nün resmî makamlar tarafından zorla kaybettirildiği iddialarına ilişkin olarak bazı tanıklarca bu iddiaları doğrulayan şekilde yeri ve zamanı bildirilen vakalara ilişkin soruşturmanın derinleştirilmemesidir. H.O., A.Ö.nün kaybolmasına ilişkin kayıtların, Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığı ve kendisi tarafından tutulup muhafaza edildiğini ileri sürmüştür.

Aradan geçen zamana ve olaya kamu görevlilerinin de karıştığı iddialarına rağmen zorla kaybettirme ve işkence edilerek öldürme gibi çok ciddi insan hakları ihlallerinin gerçekleştirildiğinin ileri sürüldüğü başvuruda, olayın faillerine ulaşmak için her türlü ihtimalin gözden geçirilmesinin yanında söz konusu bilgiyi veren kişinin bu yönde bilgisi olabilecek bir kamu görevlisi oluşunun da dikkate alınması gerekirken böyle bir kaydın mevcudiyeti araştırılmamıştır.

Böyle bir kaydın varlığının araştırılmamasının yanında, adı geçen tanığın ifadelerinde, başvuruya konu olaya ilişkin bilgilerinin bulunduğunu ileri sürdüğü bazı güvenlik güçleri mensuplarının olduğunu, bu görevlilerin kimliklerini de beyan ederek bildirmesine rağmen soruşturmada, bu kişilerin ifadelerine başvurulması için de bir girişimde bulunulmadığı görülmüştür. Keza tanık olduğunu iddia eden A.A.nın ifadesinin alınabilmesi amacına yönelik bir adımın da atılmadığı anlaşılmıştır.

Ayrıca A.Ö.nün Diyarbakır ilinde getirildiği yer ve getiriliş tarihi konusunda bazı tanıklarca açık ve kesin ifadelerde bulunulmasına rağmen, olayın bu yönüyle aydınlatılmaya çalışılmadığı görülmüştür.

Başvurucu Hıdır Öztürk'ün olaydan önce Tunceli İl Jandarma Komutanlığına kızlarıyla birlikte çağrıldığı ve burada önce Alay Komutanı sonrasında da M.Y. isimli kişiyle görüştükleri iddiası bakımından, iddiaya konu tarihte söz konusu Komutanlıkta görev yapan ve bu konuda bilgisi olabilecek personelin de belirlenmeye çalışılarak Komutan M.S.Y.nin savunmasının ve başvurucunun iddiasının doğruluğu ölçülmemiştir. Başvurucunun hayatta olan kızlarının ifadeleri de alınmamıştır.

A.Ö.nün işkence edilerek öldürüldüğü iddialarının araştırılması bakımından; ölü muayene tutanağında ölenin cesedinin fotoğraflandırıldığı belirtildiğine göre, bu delilin, ölenin yüz ve vücudundaki deformasyonların öldürülmesinden sonra aradan geçen zamandan mı kaynaklandığı yoksa iddialarda ileri sürüldüğü gibi bir muameleye mi maruz kaldığı hususlarının aydınlatılması bakımından neden incelenip değerlendirilmediği anlaşılamamıştır.

Soruşturma makamlarının, olayın gerçekleştiği yer ve zamanda toplanması mümkün olan delillerin elde edilebilmesi için kendilerinden beklenen tüm makul tedbirleri almadıkları anlaşılmış, akabinde de olayın nedenini aydınlatmak için herhangi bir somut adım attıkları tespit edilememiştir. Bu makamların soruşturmanın etkililiğini sağlayabilmek için atabildikleri tek adımın, olaydan 18 yıl sonra soruşturmada kıdemli bir kolluk memuru görevlendirmek ve bu memur vasıtasıyla soruşturmayı daha titiz ve kapsamlı bir şekilde yürütebilmeyi ummak olduğu görülmüştür.

Soruşturmanın bir bütün olarak yaşam hakkının kasten ihlal edilmesiyle sonuçlanan olayın nedenini aydınlatmada ve sorumluları tespit etmede yetersiz kaldığı görülmektedir. Soruşturma makamlarının, olayın koşullarını, bu iddialardan bağımsız olarak değerlendirerek yürütülecek soruşturma işlemlerini resen belirledikleri ve akabinde bu yönde makul olan bir yöntemi uygulamaya koydukları da söylenememektedir.

Dolayısıyla soruşturma kapsamında ölüm olayının nedenini ortaya çıkarmak için gerekli adımların zamanında ve yeterli bir şekilde atılmadığı görülmektedir.

Soruşturmada, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması konusunda ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından gerekli sürat ve özenin gösterilmediği ve bu şekilde soruşturmanın çok uzun bir süre sonuca götürecek hiçbir işlem yürütülmeksizin sürüncemede bırakıldığı sonucuna varılmıştır.

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.