6.4.2017

BB 8/17

Anayasal ve Kişisel Öneme İlişkin Kararın Basın Duyurusu

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 1/12/2016 tarihli kararıyla K.V. (B. No: 2014/2293) başvurusunda, anayasal ve kişisel önemden yoksun olduğu anlaşılan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucu, serbest avukat olup zorunlu askerlik görevini ifa ettiği sırada üstü tarafından kendisine yönelik hakaret nedeniyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 9/10/2002 tarihli kararı ile tazminat isteminin kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar vermiştir. Başvurucu, kısmen ret kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuş; AYİM İkinci Dairesi 26/2/2003 tarihli kararıyla bu talebi reddetmiş ve başvurucuya 54,55 TL karar düzeltme para cezası vermiştir.

AYİM Başkanlığı, anılan para cezasının tahsilinin temini için 3/3/2003 tarihinde Vergi Dairesi Müdürlüğüne (Müdürlük) müzekkere yazmış; Müdürlük, başvurucunun adresine 4/5/2007 tarihinde ödeme emri göndermiş, 22/7/2008 tarihinde memur eliyle tebligat yapmak istemiş ancak tebligat yapılamaması üzerine 29/12/2008 tarihinde ödeme emrini ilanen tebliğ etmiştir.

Daha sonra Müdürlük tarafından başvurucunun bir başka adresine borcun ödenmesi konusunda görüşme mektubu gönderilmesi üzerine başvurucu, anılan cezanın zamanaşımına uğradığı iddiasıyla 31/12/2011 tarihinde terkin talebinde bulunmuş; istemi 27/1/2012 tarihli işlemle reddedilmiştir. Söz konusu borç, faiziyle birlikte 184 TL olarak 29/2/2012 tarihinde tahsil edilmiştir.

Başvurucu 2004 yılından beri serbest avukat sıfatıyla vergi mükellefi olduğunu, her ay beyanname verdiğini, vergi beyannamelerinde belirtilen adreslerin bilinen adresler arasında sayıldığını, ödeme emrinin bilinen adres dışında ve yeterli araştırma yapılmadan tebliğ edilmeye çalışıldığını, bu nedenle tebligatın hukuka aykırı olduğunu ve borç için tahsil zamanaşımının geçtiğini belirterek ilanen yapılan tebligatın ve terkin talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmıştır.

Ankara 6. İdare Mahkemesi 31/1/2013 tarihli kararıyla, ilanen tebligat işleminin kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem olmadığından dava konusu edilemeyeceği ve para cezasında zaman aşımının gerçekleşmediği gerekçeleriyle davayı reddetmiştir. İdare Mahkemesi ayrıca davalı idare lehine 660 TL vekalet ücretine hükmetmiştir.

Başvurucu, ilanen tebligatın usulsüz olduğuna ilişkin iddialarının incelenmediği, davalı idarenin avukat ile temsil edilmemesine rağmen avukatlık ücretine hükmedildiği iddiaları ile anılan karara itiraz etmiş; Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu, ilk derece mahkemesi kararına atıf yaparak 18/12/2013 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir.

Başvurucunun İddiaları

Başvurucu; AYİM'de yaptığı karar düzeltme başvurusunun reddedilmesi üzerine para cezası verilmesi ile 54,55 TL tutarındaki bu para cezasının tahsili işlemine karşı açtığı davada tebligata ve cezanın zamanaşımına uğradığına yönelik iddialarının Derece Mahkemesi tarafından karşılanmaması ve aleyhine 660 TL vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi, para cezasının tahsili işlemine karşı açılan davaya ilişkin ileri sürülen iddiaları “anayasal ve kişisel önemden yoksun olma” kriteri bakımından ele almıştır.

Anayasa Mahkemesi bu iddialar kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen söz konuşu kriter hâkimin küçük/önemsiz işlerle uğraşmaması gerektiğini ifade eden kadim De minimis non curat praetor ilkesinden kaynaklanmaktadır.

Anılan ilke, bireysel başvuruları ya da anayasa şikâyetlerini incelemekle görevli uluslararası mahkemeler ile anayasa mahkemelerinin karşılaştıkları ağır iş yükü ve buna bağlı olarak asıl işlevlerini yerine getirmekte zorlanmaları nedenleriyle insan hakları hukuku alanında da uygulanmaya başlanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yanı sıra Federal Almanya ve İspanya Anayasa Mahkemelerinin görev ve yetkilerini düzenleyen kanunlarda bu yönde düzenlemelere gidilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Federal Almanya Mahkemesi ve İspanya Anayasa Mahkemesi bu konudaki içtihatlarını oluşturmuşlardır.

Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuruları kabul etmeye başladığı 23/9/2012 tarihinden bugüne kadar geçen süre içinde binlerce başvuruda temel hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa hükümlerini yorumlamış ve uygulamış olup anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterini uygulayabilecek ve buna ilişkin içtihadı oluşturabilecek sayı ve nitelikte içtihat birikimine ulaşmıştır.

6216 sayılı Kanun’da anayasal ve kişisel önemden yoksun başvuruların kabul edilemez bulunabilmesi için iki koşul öngörülmüştür: “Anayasal önem” olarak adlandırılabilecek olan birinci koşul "başvurunun Anayasa’nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımaması”, “kişisel önem” olarak adlandırılabilecek olan ikinci koşul ise “başvurucunun önemli bir zarara uğramaması”dır.

“Anayasal önem” ve “kişisel önem” koşullarının neyi ifade ettiği Kanun'da açıkça düzenlenmemiş, bu husus Anayasa Mahkemesinin takdirine bırakılmıştır. Bununla birlikte başvurucuların anayasal ve kişisel önemin varlığını gösterme konusunda göstereceği özen, Mahkemenin yapacağı değerlendirmede etkili olacaktır.

Anayasal önem koşulu, temel hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa hükümlerinin “yorumlanması” ve “uygulanması” açısından önem taşıma şeklinde ifade edilebilecek iki unsuru barındırmaktadır.

Anayasa hükümlerinin yorumlanması açısından önem taşıma unsurunun başta Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla daha önce yorumlamadığı meseleleri kapsadığında kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte Mahkeme, bir meseleyle ilgili olarak daha önce Anayasa’nın ilgili hükümlerini yorumlamış olsa bile değişen durumları dikkate alarak yeniden yorumlama ihtiyacı duyabilir.

Anayasa’nın uygulanması açısından önem taşıma unsuru ise özellikle Mahkemenin Anayasa hükümleriyle ilgili yorumu ile kamu makamları ve derece mahkemelerinin uygulamaları arasındaki farklılıkta kendisini gösterir. Ancak her uygulama farklılığı, başvurunun Anayasa’nın uygulanması açısından “önemli” olduğu anlamına gelmez. Anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterinin getirilmesinin amacı da gözetilerek temel hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa hükümlerinin uygulanması açısından başvurunun önem taşıdığının söylenebilmesi için kamu makamları ve derece mahkemelerinin belli bir meseleye ilişkin uygulamalarının Anayasa Mahkemesi yorumlarından farklı olması ve bu farklılığın da önemli olması gerekir. Bir başka ifadeyle bu ölçüt Anayasa'ya saygı gösterilmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu için Anayasa Mahkemesinin yorumu ile kamu makamları ve derece mahkemelerinin uygulamaları arasında ortaya çıkan her türden faklılık değil yalnızca Anayasa'ya saygıyı zedeleyecek farklılıklar önemli kabul edilmelidir.

Kişisel önem koşulu, başvurucunun önemli bir zarara uğramamış olmasını ifade eder. Bu koşul, somut olayın başvurucunun kişisel durumu üzerindeki olumsuz etkisinin derecesiyle ilgilidir. Ortaya çıkan kişisel zararın önemli olup olmadığını başvurucunun subjektif algısı belirlemez. Bu husus başvurucunun içinde bulunduğu koşullar da dâhil olmak üzere her olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak ve objektif verilerden hareket edilerek Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilir. Zararın parayla ölçüp ölçülememesi, onun önemini değerlendirme bakımından belirleyici değildir. Parayla ölçülmesi mümkün olmayan zararlar yönünden de anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterinin uygulanması mümkündür.

Başvurucunun, iddialarının Derece Mahkemesi tarafından karşılanmadığına dair iddiası, adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı yönüne, aleyhe avukatlık ücretine hükmedilmesine dair iddiası ise adil yargılanma hakkının mahkemeye erişim hakkı yönüne ilişkin olup Anayasa Mahkemesi, önüne gelen birçok başvuruda gerekçeli karar hakkının ve mahkemeye erişim hakkının kapsam ve içeriğini belirlemiş ve yorumlamıştır.

Her ne kadar başvurucunun her iki şikâyetine konu Derece Mahkemesi uygulamasının Mahkemenin içtihadında benimsediği yorumlardan farklı olduğu ileri sürülebilirse de bu farklılığın genel bir soruna işaret etmediği anlaşılmıştır.

Dolayısıyla Mahkemenin sıklıkla uygulanmış açık bir içtihadının bulunduğu gerekçeli karar hakkının ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun genel bir soruna işaret etmediği gibi Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşıdığının ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

Kişisel önem yönünden ise; başvurucu, 54,55 TL tutarındaki karar düzeltme para cezasını 184 TL olarak ödediğini, tahsil işlemine karşı açtığı davada aleyhine 660 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini, ayrıca söz konusu yargılama için 114,85 TL harç ve 100 TL posta ücreti ödediğini belirtmektedir. Başvurucunun ileri sürdüğü ihlal iddiaları nedeniyle uğradığı maddi zararın toplam tutarı böylece 1.058,85 TL olup bu tutarın serbest avukat olarak çalışan başvurucunun mali durumuna ciddi anlamda zarar verdiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda herhangi bir açıklamasının olmadığı da gözetildiğinde söz konusu tutarın başvurucu açısından önemli bir zarar olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, başvurunun Anayasa'nın yorumlanması ve uygulanması açısından önem taşımadığı gibi başvurucunun da önemli bir zarara uğramadığı sonucuna vararak anayasal ve kişisel önemden yoksun olduğu anlaşılan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.