22.5.2015

GK 1/15

Sulh Ceza Hakimliklerinin Kuruluşuna ve Kararlarına Karşı İtiraz Usulüne İlişkin Kararın Basın Duyurusu

Anayasa Mahkemesi 14.1.2015 tarihli toplantısında, 5235 sayılı Kanun’un sulh ceza hâkimliklerinin kuruluşunu düzenleyen 10. maddesine yönelik iptal istemini oybirliğiyle, 5271 sayılı Kanun’un anılan hâkimliklerin kararlarına karşı itiraz usulünü düzenleyen 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerine yönelik iptal istemini ise oyçokluğuyla reddetmiştir.

Karara ulaşmak için tıklayınız.

İtiraz Konusu Kural (1)

5235 Sayılı Kanun’un 10. Maddesi

İtiraz konusu kural, adli soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasına ilişkindir.

Başvuru Gerekçesi

Başvuran Mahkeme, itiraz konusu kuralla tüm Türkiye’de yürütülen soruşturmaların akıbetinin sınırlı sayıdaki hâkimlikler vasıtasıyla siyasi iktidarın inisiyatifine bırakıldığını ve bu durumun, hukuk devleti ilkesi, hak arama hürriyeti, kişi güvenliği ve özgürlüğü ile yargı bağımsızlığı ve doğal hâkim ilkelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 142. maddesi uyarınca mahkemelerin kuruluşu, yapısı, görev ve yetkileri ile işleyiş ve yargılama usullerinin belirlenmesinin kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında olduğunu vurguladıktan sonra, kuralın gerekçesi ve objektif mahiyetini göz önünde bulundurarak sulh ceza hâkimliklerinin, soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararların, bu konularda uzmanlaşmış hâkimlerce verilmesi amacıyla kurulduğunu tespit etmiştir.

Uygulamada davaların asıl iş, soruşturma aşamasında verilmesi gereken kararların ise tâli iş olarak görüldüğünü, soruşturma aşamasındaki işlere yeterince eğilememe nedeniyle önemli hak ihlallerinin ortaya çıktığını belirten Mahkeme, ayrıca isnat edilen suç ve şüpheli hakkında görüş açıklayan hâkimlerin daha sonra davanın esasına katılmasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da eleştirildiğini ifade etmiştir.

Anayasa Mahkemesi, 2012 yılında tüm bu sorunları aşmak üzere bu ihlallerin en ağır şekilde yaşandığı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi uyarınca görevli mahkemelerin (özel yetkili mahkemelerin) görev alanına giren işler yönünden uygulamada “özgürlük hâkimliği” olarak adlandırılan hâkimlikler oluşturulduğunu ve bu hâkimlerin özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren konulara ilişkin olarak soruşturma sırasında hâkimlerce verilmesi gereken kararları vermesinin sağlandığını, bu düzenlemede tutuklama, arama, iletişimin tespiti gibi soruşturma aşamasında hâkim veya mahkemelerce verilmesi gereken kararları özel yetkili mahkemelerin değil, özgürlük hâkimlerinin vermesi ve özgürlük hâkimlerine bu işler dışında davanın esasını çözme ve benzeri başka hiçbir iş ve görev verilmemesinin öngörüldüğünü ve söz konusu düzenlemenin, 4.7.2013 tarihli ve E. 2012/100, K. 2013/84 sayılı kararla Anayasa’ya aykırı bulunmadığını belirtmiştir.

Mahkeme, itiraz konusu kuralla özgürlük hâkimliği uygulamasına benzer şekilde daha önce sulh ceza mahkemelerince yerine getirilen “soruşturma sırasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararları alma” görevinin sulh ceza hâkimliklerine verildiğini, soruşturma safhasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararların, bu konularda uzmanlaşmış hâkimlerce verilmesini sağlamak amacıyla sadece bu işlere bakmakla görevli sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasında, kamu yararının sağlanması amacının gözetildiğini, bu yönüyle sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasının hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil etmediğini ifade etmiştir.

Anayasa Mahkemesi, tabii hâkim ilkesinin, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına engel teşkil ettiğini vurgulamış; ancak tabii hâkim güvencesinin, yeni kurulan mahkemelerin veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hâkimlerin, önceden işlenen suçlara ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılmaması gerektiğini, belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hâkimin, kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakmalarının kanuni hâkim güvencesine aykırılık teşkil etmeyeceğini, aksi kabulün ülkede yeni mahkemelerin kurulamaması sonucunu doğuracağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, itiraz konusu kuralın, belirli bir suçun işlenmesinden sonra buna ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamadığını ve yürürlüğe girmesini müteakip kapsamına giren tüm uyuşmazlıklara uygulandığını gözeterek, kuralda kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

Sulh ceza hâkimlerinin diğer tüm hâkimler gibi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca (HSYK) atandıklarını ve Anayasa’da öngörülen hâkimlik teminatına sahip bulunduklarını belirten Anayasa Mahkemesi, bu hâkimliklerin bağımsızlık yönünden diğer hâkimlerden farklı bir konuma yerleştirildikleri ve bağımsızlık güvencelerinin zayıflatıldığı kanaatini oluşturacak herhangi bir nedenin bulunmadığını belirtmiştir.

Sulh ceza hâkimlerinin tarafsız olmadığı iddiasını da değerlendiren Anayasa Mahkemesi, sulh ceza hâkimliklerinin tâbi olduğu Anayasa ve kanun hükümlerinde yer alan ve bağımsızlığı öngören düzenlemeler ile burada görev alacak hâkimlerin bağımsızlık ve tarafsızlığını temin eden güvenceler karşısında, bunların nesnel açıdan tarafsızlığının bulunmadığının ileri sürülemeyeceğini, hâkimin tamamen kişisel tutumuyla ilişkilendirilen öznel tarafsızlık iddiasının ancak somut, nesnel ve inandırıcı delillere dayandırılarak, görülen davalarda ileri sürülebileceğini ve ilgili usul kanunlarında karşılığı bulunan öznel tarafsızlık meselesinin anayasal denetimin kapsamı dışında kaldığına işaret etmiştir.

Sonuç itibariyle, Anayasa Mahkemesi anılan gerekçelerle kuralın iptali istemini oybirliğiyle reddetmiştir.

İtiraz Konusu Kural (2)

5271 Sayılı Kanun’un 268. Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının (a) ve (b) Bentleri

İtiraz konusu kurallar, sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimlik; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimlik; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliği; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliği tarafından incelenmesine ilişkindir.

Başvuru Gerekçesi

Başvuran Mahkemece, sınırlı sayıdaki sulh ceza hâkimlerinden biri tarafından verilen kararlara itirazın aynı sistem içindeki bir merci tarafından kesin olarak karara bağlanmasının, itirazı etkili bir yol olmaktan çıkaracağı belirtilmiş ve bu durumun, hukuk devleti ilkesine, tabii hâkim ilkesine, kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma hakkına aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olduğunu ifade etmiş ve kanun yoluna başvuru hakkının, adil yargılanma hakkının kapsamı içerisinde bulunduğunu belirtmiştir.

Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında korunan kanun yoluna başvurma hakkının etkili bir şekilde sağlanabilmesi için kanun yolu merciinin, incelenen kararı gerektiğinde değiştirme yetkisine de sahip olması gerekliliğinin altını çizen Anayasa Mahkemesi, sulh ceza hâkimliklerinin, itiraz edilen kararı denetleyerek işin esası hakkında karar verme yetkilerinin bulunduğunu saptayarak, öngörülen kanun yolunun etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Sulh ceza hâkimliklerince verilen kararlara karşı yapılan itirazların yüksek görevli bir diğer mahkemece incelenmesini gerektiren anayasal bir norm bulunmadığına işaret eden Anayasa Mahkemesi, etkili bir denetim sağlandıktan sonra itirazı inceleyen bu merciin yüksek görevli bir merci olması zorunluluğunun bulunmadığını ifade etmiştir.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi, bir mahkemece verilen karara karşı yapılan itirazların aynı yerde bulunan bir sonraki mahkemece karara bağlanmasının, gerek ceza gerekse medeni yargılama hukukunda yerleşik bir uygulama olduğunu belirtmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 353. maddesi gereğince icra ceza mahkemelerinin verdiği disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı o yerde icra mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması halinde numara olarak kendisini izleyen daireye itiraz edilebileceği yönündeki kuralın da 1.11.2012 tarihli ve E.2011/64, K. 2012/168 sayılı kararla Anayasa’ya aykırı bulunmadığını hatırlatmıştır.

Son olarak Anayasa Mahkemesi, müstakilen bu işle görevlendirilmeleri nedeniyle koruma tedbirleri konusunda ihtisas kazanacağı değerlendirilen sulh ceza hâkimlerinin kararlarına itirazın da aynı konuda ihtisas kazanmış diğer bir sulh ceza hâkimliğince yapılması yönteminin öngörülmesinde, kamu yararı amacına dayanıldığını belirterek, kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığına oyçokluğuyla karar vermiştir.