4.11.2015

BB 39/15

Yaşam Hakkına İlişkin İlker BAŞER ve Diğerleri Başvurusu Kararı Basın Duyurusu

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, 9/9/2015 tarihinde İlker Başer ve diğerlerinin bireysel başvurusunda (B. No: 2013/1943), hamilelik döneminde hastalığın tespit edilmemesi nedeniyle yaşamı ve maddi ve manevi varlığı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiaları kapsamında açılan davaların makul kabul edilemeyecek şekilde uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Hamilelik sürecinde tetkikleri Ankara’da bulunan bir sağlık kuruluşunda yapılan Meliha Başer, 5/11/2002 tarihinde İlker Başer’i dünyaya getirmiştir. Doğum sonrasında hareketlerinden şüphelenilen bebeğin kontroller sonucunda korpus kallosum agenezisi olarak adlandırılan rahatsızlıkla doğduğu anlaşılmıştır.

Başvurucuların Sağlık Bakanlığı ve ilgili doktor aleyhine maddi ve manevi tazminat talebiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davanın reddine karar verilmiştir. Bunun üzerine Sağlık Bakanlığı aleyhine açılan tam yargı davasında İdare Mahkemesi 4/2/2013 tarihinde, hastanede yürütülen tetkik ve tedavilerde gerekli dikkat ve özenin gösterilmediği, sağlık hizmetinin sunumunda kusurlu davranıldığı gerekçesiyle 360.000 TL maddi ve 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

İddialar

Başvurucular, gebelik döneminde korpus kallosum agenezisi rahatsızlığının ancak 20. haftaya kadar gelişebileceği olgusu ve söz konusu rahatsızlığın ulaştığı boyut dikkate alındığında, gerekli teşhisin yapılması hâlinde gebeliğin sonlandırılabilecek olmasına rağmen doktorun kusuruna bağlı olarak bu tespitin yapılmaması nedeniyle çocuğun anılan rahatsızlıkla doğmasına neden olunduğunu belirterek yaşam, maddi ve manevi varlığı koruma haklarının ihlal edildiğini; bu olay nedeniyle açtıkları maddi ve manevi tazminat davasında verilen kararın çelişkili olması, Yargıtay kararlarının gerekçesiz olması, duruşma taleplerinin dikkate alınmaması ve açtıkları tazminat davasının yedi yıldan fazla sürmesi nedenleriyle de adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesine göre devletin, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını, gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Anılan yükümlülükler, her bir somut olay için ayrıca değerlendirilmesi gereken belli bazı koşullar altında bir olayda ölüm meydana gelmemiş olsa dahi devlet açısından geçerli olabilecektir. Bu çerçevede devletin, bir kişinin yaşamının doğrudan risk altına girmesine ve potansiyel olarak ölmesine yol açabilecek nitelikteki üçüncü kişilerin eylemlerine ya da öldürücü bir hastalığa maruz kalmasına engel olabilecek tedbirleri almadığı durumlarda, o kişi ölmemiş olsa dahi yaşamı koruma yükümlülüğü ve bununla bağlantılı olarak bu duruma yol açtığı ileri sürülen eylem ve ihmallerin etkili bir şekilde soruşturulması yükümlülüğü doğabilecektir. 

Anayasa Mahkemesi, tıbbi ihmallerden kaynaklanan hak ihlali iddiaları açısından, idari makamlar ve mahkemeler tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde tazmin edilmesi hâlinde ilgilinin artık anayasal açıdan mağdur olduğunu ileri sürümeyeceğini ve bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği dolayısıyla inceleme yapılmasına gerek kalmayacağını ilke olarak belirttikten sonra, başvuru konusu olayda, yaşamı, maddi ve manevi varlığı koruma yükümlülüğüne ilişkin şikâyetler açısından ihlali tespit eden ve belirli ölçüler çerçevesinde makul bir tazminata hükmeden idari dava yolu bulunmasına bağlı olarak başvurucuların mağdur sıfatının ortadan kalktığına hükmetmiştir. 

Başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdükleri yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı şikâyetini ise Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü kapsamında değerlendiren Anayasa Mahkemesi, tıbbi ihmallerden kaynaklandığı ileri sürülen ihlal iddiaları açısından sağlık kurumlarında işlenen kusurlu eylemlerin bilinmesinin ilgili kurumlara ve sağlık personeline potansiyel kusurlarını giderme ve benzer hataların meydana gelmesini önleme imkânı verdiğini, bu tür olaylara ilişkin soruşturma veya davaların hızlı bir şekilde incelenmesinin sağlık hizmetlerinden faydalanan tüm bireylerin güvenliği için büyük önem taşıdığını ifade etmiştir.

Somut olayda, başvurucuların hukuk ve idare mahkemelerindeki davalarının süratle ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaatleri ile davanın çok karmaşık ve başvurucuların gecikmede esaslı bir etkilerinin olmamasını dikkate alan Anayasa Mahkemesi, bir bütün olarak adli ve idari yargıda on yıla yakın süren yargılama süresinin çok uzun olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği sürat ve yeterlilikte bir inceleme yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır. 

Başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü diğer şikâyetler, Mahkemenin bu konulardaki yerleşik içtihatları esas alınarak açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.