Bireysel Başvuru Basın Duyuruları

18.12.2015
BB 49/15
Tıbbi Tedaviden Önce Bilgilendirme Hakkının İhlaline İlişkin Ahmet ACARTÜRK Kararı Basın Duyurusu
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, 15/10/2015 tarihinde Ahmet Acartürk’ün başvurusunda (B. No: 2013/2084), Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ve 36. maddesinde yer alan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. |
Olaylar
Başvurucu, tüp bebek tedavisi kapsamında spermlerinin alınmasına yönelik bir ameliyat geçirmiş, bu ameliyattan sonra hekim hatasına bağlı olarak bazı rahatsızlıklarının meydana geldiğinden ve söz konusu ameliyatın riskleri hakkında kendisine bilgi verilmediğinden bahisle 23/8/2006 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.
Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/4/2010 tarihli kararıyla, bilirkişi raporuna göre ameliyatın tıp kurallarına uygun olarak yapıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Anılan karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 14/11/2011 tarihli kararıyla onanmıştır.
İddialar
Başvurucu, tüp bebek tedavisi için kendisinden sperm alındığını, operasyon sonrasında, testesteron hormonu salgılayamama, kemik erimesi, işgücü kaybı gibi rahatsızlıklarının oluştuğunu, ameliyatı yapan hekimin hatalı operasyonu nedeniyle bunların meydana geldiğini, ameliyat öncesi operasyon hakkında yeterince aydınlatılmadığını, yeterince bilgilendirilseydi tüp bebek uygulamasından vazgeçebileceğini, vücut bütünlüğünün müdahale sonrası bozulduğunu, sağlıklı yaşama hakkının ortadan kaldırıldığını belirterek, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ve davanın makul sürede bitirilmediğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Tıbbi tedaviden önce bilgilendirilmediği iddiası yönünden
Anayasa Mahkemesine göre, bireylerin kendilerine sağlanan tıbbi tedavinin seçimine katılmaları ve bu konuda rızalarının alınması ile maruz kalabilecekleri sağlık risklerini değerlendirebilmeleri için gerekli bilgiyi edinebilmeleri, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında korunan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamına girer. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde rızasının alınmaması kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkına bir müdahale oluşturabilir. İstisnai haller dışında, tıbbi müdahale ilgili kişinin ancak bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için, kendilerine uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında bilgilendirilmiş olmaları gerekir. Bunun yanı sıra, yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında, hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak uygun bir süre bulunmalıdır.
Somut olayda, başvurucu ve eşinin invitro fertilizasyon (IVF-ET) ve embriyo transferi işlemine izin verdiklerine dair bir belge imzaladıkları, bu belgede IVF-ET işleminin tıbbi sonuçlarından bahsedildiği, ayrıca kadın açısından yapılacak işlemler ve gelişebilecek risklerin belirtildiği görülmüştür. Ancak anılan belgede başvurucuya uygulanan operasyon hakkında hiçbir bilgilendirme veya açıklama bulunmamaktadır. Hastalara uygulanacak her bir işlem ve tedavi yönünden hastanın aydınlatılmış rızasının bulunduğunu ispatlama yükümlülüğünün hekim ya da hastanede olduğunda kuşku bulunmayıp, başvurucunun geçirdiği operasyonun tıbbi sonuçları, sağlığı için taşıdığı riskler, olası komplikasyonları hakkında bilgilendirildiğine dair aydınlatılmış rızasını içeren bir belgenin yargılama sürecinde sunulmadığı anlaşılmıştır. Bunun yanı sıra, ilk derece mahkemesi ve temyiz merci kararında başvurucunun anılan operasyon hakkında bilgilendirilmediği iddiasına yönelik bir değerlendirme yer almamaktadır. Dolayısıyla, başvurucunun anılan operasyona özgürce ve bilgilendirilmiş şekilde muvafakat etmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Sonuç olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Yargılamanın makul sürede tamamlanmadığı iddiası yönünden
Somut olayda, başvurucunun davasının süratle ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaati ile davanın çok karmaşık ve başvurucunun gecikmede bir etkisinin olmadığı dikkate alınarak, bir bütün olarak 6 yıl 7 ay süren yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu nedenle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir. |