Bireysel Başvuru Basın Duyuruları
5.5.2016
BB 22/16
Mülkiyet Hakkına İlişkin Halis TOPRAK ve Diğerleri Basın Duyurusu
Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, 23/3/2016 tarihinde Halis Toprak ve diğerleri tarafından yapılan bireysel başvuruda (B. No: 2013/4488), Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. |
Olaylar
Başvurucular, el konulduktan sonra tasfiye edilen Toprakbank A.Ş.nin (Banka) hissedarlarıdırlar. Banka hisselerinin %95’i, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devri öncesinde başvurucular ve başvurucuların sahibi olduğu Toprak Şirketler Grubuna ait bulunmaktadır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun (BDDK) 11/12/2000 tarihli kararıyla Toprak Grubuna (Grup) ait şirketlere kullandırılan krediler nedeniyle aktiflerinin donuk hale gelmesi, gelir-gider dengesizliği ve sermaye yapısının yetersizliği nedenleriyle Banka yakın izlemeye alınmıştır. Yakın izleme döneminde BDDK, Bankadan sermaye arttırması, Grup şirketlerine kullandırılan kredilerin geri ödenmesi, bankaya nakit girişinin acilen temin edilmesi, organizasyon yapısının etkin ve verimli hâle getirilmesi, Toprak Off-Shore’un faaliyetlerine son verilerek hesaplarının Bankaya aktarılması tavsiyelerinde bulunarak bu durumun Bankanın gelir-gider dengesini bozduğu, öz kaynak açığının gündeme geldiği, Toprak Off-Shore’a yapılan depoların kredi sınırlarını aştığı uyarıları yapmıştır. BDDK tarafından Bankadan stratejik ortak veya Grup firmalarının satışı ile kaynak bulunması, Grup kredilerinin nakit tahsilâtla tasfiyesi ya da maddi teminatla teminatlandırılması gibi önerilerde bulunulmuştur.
BDDK, yapılan uyarı ve önerilere uymayan Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin TMSF’ye devredilmesine karar vermiştir. TMSF Fon Kurulunca Banka zararının ödenmiş sermayeye tekabül eden 45,5 milyon TL tutarındaki kısmının Bankaya aynı tutarda yapılacak ödeme karşılığında devralınmasına ve hisse senetlerinin Banka pay defterine TMSF adına kaydedilmesinin istenmesine karar verilmiştir. Banka Yönetim Kurulu da TMSF tarafından atanarak değiştirilmiştir. Banka, TMSF’ye devrinden sonra gerçek mali durumunun tespiti amacıyla bağımsız denetime tabi tutulmuş ve aktif büyüklüğü 1.905 milyon TL olan Bankanın zararının yaklaşık 1.306 milyon TL, Bankaca Grup firmalarına kullandırılan uzun vadeli kredilerin yaklaşık 678 milyon TL olduğu tespit edilmiştir. BDDK’nın ve Fon Yönetim Kurulunun 26/3/2002 tarihli kararlarına istinaden Banka, Bayındırbank çatısı altında birleştirilmiş ve bankacılık lisansı 30/9/2002 itibarıyla kaldırılmıştır.
TMSF tarafından Bankanın aktifinde yer alan gayrimenkuller ile iştirakleri satılmış ve özellikle Grup kredileri nedeniyle Bankaya olan borçlarını tahsil amacıyla Banka hâkim ortağı olan başvurucularla 453 milyon USD’lik protokol imzalanarak Banka zararlarının tahsiline çalışılmıştır. Bankanın 1.000 lot hisse senedinin sahibi olan Y.P. tarafından, Bankanın TMSF’ye devir işleminin iptali istemi ile 2005 yılında Danıştay Onüçüncü Dairesinde iptal davası açılmıştır. Danıştay Onüçüncü Dairesi davanın reddine hükmetmiş, temyiz istemi de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından reddedilmiştir. Sonrasında karar düzeltme talebinde bulunulmuş, karar düzeltme incelemesi sürerken davacı Y.P., Hisse Senedi Devir ve Temliknamesi ile Bankaya ait 1.000 lot hisse senedini toplam 1.000 TL bedel karşılığında başvuruculara devretmiştir. Söz konusu devir ve temlik işlemleri nedeniyle karar düzeltme aşamasında başvurucuların yargılamaya taraf olarak katılımları kabul edilmiş ancak Danıştay karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir.
Başvurucuların İddiaları
Başvurucular hâkim ortağı oldukları Toprakbank A.Ş.ye BDDK kararı ile el konulmasının mülkiyetlerine bir müdahale oluşturduğunu, yasa hükmü gereği BDDK tarafından belirlenmesi gereken söz konusu değerleme esasları net olarak ortaya konulmadan Bankanın TMSF'ye devredildiğini, Bankanın gerçek mal varlığı bilançosunun ortaya konması hâlinde varlıklarının borçlarını karşıladığının görüleceğini, sonuç olarak mülkiyetlerine yapılan müdahalenin yasallık ve ölçülülük kriterlerini taşımadığını, aynı zamanda müdahalenin kamu yararı amacı ile değil Uluslararası Para Fonunun (IMF) dayatması ile yapıldığına dair somut veriler olduğunu, Bankaya el konulduğu dönemin hemen sonrasında yayımlanan istatistiklere göre Bankanın kârının o dönem Türkiye'de faaliyet gösteren otuz üç bankanın toplam kârının %26'sını oluşturduğunu, ayrıca Bankaya el koyma kararıyla birlikte mal varlıklarına ihtiyati tedbir konulduğunu, yurt dışına çıkışlarının yasaklandığını, geleceğe yönelik banka kurma haklarının ellerinden alındığını ifade ederek bu nedenlerle mülkiyetlerine yapılan müdahalenin orantısız olduğunu, ileri sürdükleri bu iddialar doğrultusunda, Danıştayın Toprakbank A.Ş.ye el konulmasına ilişkin yargılama sürecinde eksik inceleme yaptığını somut olarak ortaya koymalarına karşın esaslı iddialarının araştırılıp karşılık verilmediğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:
TMSF’ye devrinden önce Bankanın bankacılık sektöründe faaliyet gösterdiği konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Banka, taşınır ve taşınmaz mallarının yanında belirli bir müşteri çevresine ve banka kurma ve işletme lisansına sahip olup bütün bu varlıklar Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında “mal ve mülk” kavramı içinde değerlendirilmelidir. Başvurucular, mülkiyet hakkı kapsamında mal ve mülk kavramlarına dâhil olduğunda şüphe bulunmayan Bankanın hisse sahipleridir.
Bununla birlikte başvurucuların Danıştayda dava konusu edilmiş 1.000 lot banka hisselerinin bulunduğu ve bu sebeple Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 1/10/2012 tarihli kararıyla anılan davada taraf olarak kabul edildikleri anlaşıldığından, başvurucuların somut olayda 1.000 lot banka hisse senediyle sınırlı olarak mülkiyet hakları bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların, somut başvuru açısından mülkiyet hakkı kapsamında 1.000 lot banka hisse senediyle sınırlı olarak korunmaya değer bir menfaatlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. BDDK ve TMSF tarafından gerçekleştirilen işlemlerin Bankanın eski hâkim ortakları olan başvurucuların sahibi oldukları hisselerin sağladığı mülkiyet haklarını etkilediği ve nihai olarak hisselerinin tamamen değerini yitirdiği anlaşıldığından başvurucuların mülkiyet hakkına müdahalenin bulunduğu açıktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir ve getirilen sınırlamanın ölçülü olması gerekir.
Banka, BDDK ve TMSF’nin karar ve işlemlerine istinaden Bayındırbank çatısı altında birleştirilmiş ve Bankanın bankacılık lisansı 30/9/2002 itibarıyla kaldırılmıştır. Bu işlemler sonucu Bankanın varlığına son verilerek daha sonraki işlemlerle varlık, borç ve alacaklarının tasfiyesi sağlanmıştır. Başvurucular yukarıda anlatılan süreç sonunda mülklerinden mahrum kalmış olmakla birlikte Bankanın varlıkları kamu yararı amacıyla kamulaştırılmamış veya Banka devletleştirilerek devlet bankası hâline getirilmemiştir. BDDK ve TMSF tarafından gerçekleştirilen işlemler bu kurumlara kanunla verilen düzenleme ve denetleme yetkileri kapsamında Anayasa’nın 167. ve 4389 sayılı mülga Kanun’la hedeflenen bankacılık sektörünün güven ve istikrar ile kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak ve tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerini korumak amacıyla yapılmıştır.
Başvurucular, mülkiyetlerine yapılan müdahalenin kanunilik kriterini taşımadığını ileri sürmüşlerdir. Öncelikle benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasında somut olayın özelliklerinden kaynaklanan içtihat farklılıkları tek başına hak ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına hak ihlali niteliğinde kabul edilemez.
Başvurucuların emsal olarak gösterdiği Demirbank davasında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu; devirden önce bankalar yeminli murakıplarınca düzenlenen raporda iyileştirme için devlet kâğıtlarının takas yoluyla Banka portföyünden çıkarılması önerildiği hâlde takas işleminin gerçekleştirilmediği, devir işleminden sonra ise tüm bankalar için gönüllü takas uygulamasına gidilerek diğer bankaların rahatlatıldığı, Devlet Denetleme Kurulu raporu ve mali bünye raporlarında takas işlemi gerçekleştirilmiş olsa idi Bankanın kâr ve likidite sorunu yaşamayacağının belirtildiği, ayrıca Bankanın riskli kredilerinin toplam kredilere göre çok fazla olmadığı, aktif kalitesinin yüksek olduğu, buna göre 4389 sayılı mülga Kanun’un 14. maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamına alınarak Bankanın likidite dengesini sağlayacak seçenekler araştırılmadan verilen devir kararının hukuka uygun olmadığına karar verilmiştir.
Başvuru konusu olayda, Bankanın TMSF’ye devir nedenleri ise BDDK’nın 30/11/2001 tarihli kararında 4389 sayılı mülga Kanun’un 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları olarak gösterilmiştir. TMSF tarafından hazırlanan çalışmada Bankaya el konmasının temel sebepleri, Banka kaynaklarının büyük ölçüde Toprak Grubu firmalarına uzun vadeli kredi olarak kullandırılması (yaklaşık 678 milyon TL), Bankanın yabancı depolarındaki kaynaklarının (Toprakbank Offshore) yine Grup firmalarına kredi olarak kullandırılması ile 1998 ve 1999 yıllarında Banka kârı olmadığı hâlde kârın fazla gösterilerek (yaklaşık 25 milyon ve 60 milyon TL) ortaklara kâr payı dağıtılması olarak gösterilmiştir.
BDDK Hukuk İşleri Daire Başkanlığının 31/12/2015 tarihli yazısında, Bankanın 11/12/2000 tarihli kararla yakın izlemeye alınmasından sonra Bankaya muhtelif tarihlerde Grubu şirketlerine verilen kredilerin teminatlandırılması ve tahsil edilerek tasfiye edilmesi, sermayenin arttırılması, Toprak Off-Shore depolarının kapatılması, kaydî nitelikteki işlemlere son verilmesi, kâr dağıtımı yapılmaması gibi talimatlar verildiği ancak bu talimatlara uyulmaması sonucunda Bankanın mali bünyesinin iyileştirilemeyecek şekilde zayıflatıldığı yönünde tespitler yapıldığı ifade edilmiştir.
BDDK’nın 30/11/2001 tarihli kararında Bankaya el konulmasının esas nedeninin Grup firmalarına yoğun biçimde kredi kullandırılması olduğu ve bahsedilen TMSF çalışmasında meydana gelen zararın önemli ölçüde Grup firmalarına kullandırılan kredilerin geri ödenmemesinden kaynaklandığı tespit edilmiştir. Başvurucuların iddia ettiği gibi Bankaya ait gayrimenkuller bilançoda görünenden daha yüksek değerlere sahip olsa dahi 1.306 milyon TL zararın nasıl karşılanacağının ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Banka zararının tahsili amacıyla TMSF tarafından yapılan çalışmaların yıllarca sürdüğü ve başvurucuların Grup kredilerinden kaynaklanan borçlarını kabul ettikleri, 453 milyon USD miktarlı protokol imzaladıkları ve borçlarını uzun vadede geri ödeyebildikleri görülmektedir.
Bahsedilen açık düzenlemeler, Resmî Gazete’de ve ilgili kurumların internet sitelerinde yayımlanmış olup yayımlandıkları tarihte ulaşılabilir ve anlaşılabilir niteliktedir. Bu durumda müdahaleye konu işlemin kanuni dayanağının anlaşılabilir ve muhtemel sonuçlarının öngörülebilir olduğu, sonuç olarak müdahaleye konu işlemin kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Başvurucular, Bankaya el konulduğu dönemin hemen sonrasında yayımlanan istatistiklere göre Bankanın kârının oldukça yüksek olduğunu, TMSF’ye devir yerine daha hafif bir müdahale ile sorunun çözülebileceğini ifade ederek mülkiyetlerine yapılan müdahalenin orantısız olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Başvuruya konu davada Banka için öngörülen daha hafif müdahale 11/12/2000 tarihli yakın izleme kararı ile denenmiş ve Bankaya mevcut durumun düzeltilmesi amacıyla muhtelif tarihlerde öneri, talimat ve tavsiyelerde bulunulmuştur. Başvurucular, yaklaşık bir yıl süren yakın izleme döneminde Bankanın mali durumunu güçlendirmek için gerekli önlemleri almadıkları gibi ekonomik kriz ortamında mali bünyesi bu denli bozulmuş bir bankanın başka ne tür önlemlerle mali piyasalara, ekonomiye ve mudilere zarar vermeksizin TMSF’ye devredilmeden faaliyetlerine devam edebileceğini açıklamamaktadırlar. Başvurucular ayrıca kendilerinin ve sahibi oldukları Grup şirketlerinin mal varlıklarının Banka zararını karşılamaya yeteceğini iddia etseler de neden yaklaşık bir yıl süren yakın izleme döneminde BDDK’nın talimat ve önerilerine rağmen bu satışları kendilerinin yaparak Grup kredi borçlarını ödemediklerini ve Bankanın mali durumunu düzeltmediklerini izah etmemektedirler. Bankanın mali durumunun gayrimenkul ve iştirak satışı gibi basit önlemlerle düzeltilmesinin ve kısa dönemde zararının kapatılmasının mümkün olmadığı, Bankanın Grup kredileri kaynaklı zararlarını kısmen tahsil etme amacıyla başvurucular ile TMSF arasında yapılan protokolün yıllara yaygın bir biçimde uygulanabilmesinden de anlaşılmaktadır.
Bunun yanında Bankalar TMSF’ye devrolunduktan sonra mudilerin mevduatlarını, bankaların borçlarını ve zararlarını karşılama yükümlülüğü de TMSF’ye geçmektedir. Devralınan Bankaların mevduatları, diğer borçları ve zararları ise TMSF kaynakları yeterli olmadığından Hazine tarafından çıkarılan ve TMSF’ye aktarılan özel tertip devlet iç borçlanma senetleri ile karşılanmakta, bunun sonucunda TMSF Hazineye borçlanmaktadır. TMSF daha sonra devraldığı Bankaların varlıklarını satarak ve alacaklarını tahsil ederek elde ettiği kaynakla Hazineye olan borcunu ödemektedir. Ancak mevcut resmi kaynaklar devralınan bankalar nedeniyle yapılan ödemeler bu bankaların tasfiyesinden elde edilen gelirlerin oldukça üzerinde bir maliyete sebep olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu durumda başvurucuların, sahibi oldukları Bankanın gerekli tedbirleri alması için uyarılmaları ve Bankanın mali piyasalara daha fazla zarar vermemesi ve mudilerin haklarının korunması kamu yararı amacıyla TMSF’ye devredilmesinde, başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile elde edilmek istenen kamu yararı karşılaştırıldığında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir. |