Bireysel Başvuru Basın Duyuruları

21.12.2017
BB 42/17
Milletvekili Olan Başvurucu Hakkında Uygulanan Tutuklama Tedbirine İlişkin Kararın Basın Duyurusu
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 21/12/2017 tarihinde, Ayhan Bilgen tarafından yapılan bireysel başvuruda (B. No: 2017/5974), aşağıda özetle belirtilen gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucunun tutuklanmasına ilişkin kararda "6-7 Ekim olayları" kapsamında Halkların Demokratik Partisinin (HDP) sosyal medya hesabından Merkez Yürütme Kurulu (MYK) adına yapılan çağrı ve başvurucunun MYK üyesi olması dikkate alarak PKK silahlı terör örgütü üyesi olma suçu yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varılmıştır. HDP'nin sosyal medya hesabından MYK adına “6-7 Ekim olayları”na ilişkin olarak halkın sokağa çıkması ve direnişe katılması yönünde çağrı yapıldığı ve başvurucunun MYK üyesi olduğu hususlarında kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvurucu suça konu çağrının yapılması yönünde bir iradesinin olmadığını ve anılan toplantıya katılmadığını savunmuştur. Suça konu çağrının yapılmasının kararlaştırıldığı iddia edilen MYK toplantısında çağrının yapılmasına karar verildiği sırada başvurucunun da hazır bulunduğuna ve bu çağrının başvurucu tarafından sahiplenildiğine, dolayısıyla çağrının başvurucunun iradesi doğrultusunda yapıldığına dair soruşturma makamlarının somut olgulara dayalı bir tespiti de bulunmamaktadır. Dolayısıyla eldeki belgelere göre somut olayda "suç işlendiğine dair kuvvetli belirti"nin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır. Bu itibarla Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. |
Olaylar
Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde HDP'den Kars milletvekili seçilmiş olup hâlen milletvekilidir.
Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia edilen bazı suçlara ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yürütülmüş ve yasama dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle iki ayrı fezleke düzenlenmiştir.
Daha sonra 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6718 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle Anayasa’ya geçici 20. madde eklenmiş ve anılan maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisince (TBMM) kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş dokunulmazlığın kaldırılması istemini içeren dosyalar hakkında yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerin uygulanmayacağı şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Bu düzenleme üzerine -maddede belirtilen kapsama dâhil olan- başvurucu hakkındaki soruşturma dosyaları, gereğinin takdir ve ifası için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş; sonrasında anılan soruşturmalara ilişkin olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verilmiştir.
29/1/2017 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiştir. Başsavcılık aynı tarihte başvurucuyu, tutuklanması istemiyle Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu "6-7 Ekim olayları" kapsamında HDP'nin sosyal medya hesabından üyesi olduğu MYK adına yapılan çağrı nedeniyle suçlanmıştır. Hâkimlik suça konu “Twettin atılmasına katılma veya talimatı olduğuna dair kendi beyanının aksini gösterir herhangi bir beyyine olmadığı anlaşılmakla bu aşamada tutukluluğun ölçülü olmayacağı” gerekçesiyle başvurucunun tutuklanması talebinin reddine karar vermiştir.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tutuklama talebinin reddine ilişkin karara itiraz etmiştir. Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hâkimliği 30/1/2017 tarihinde itirazın kabulüne ve başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir.
Başvurucu 31/1/2017 tarihinde Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hâkimliği önünde hazır edilmiştir. Hâkimlik başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 8/2/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, suç işlemeye tahrik etme, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Davaya bakan Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 8/9/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.
İddialar
Başvurucu; olayda kuvvetli suç şüphesinin veya suç işlediğine dair somut bir delilin olmadığını, suça konu paylaşımların yapıldığı gün gerçekleştirilen MYK toplantısına katıldığına veya bu MYK toplantısında suç işleme çağrısı yapıldığına yönelik bir karar alındığına ilişkin herhangi bir tespit veya araştırmanın soruşturma makamlarınca yapılmadığını, tutuklama ve tutukluluğa itirazın reddi kararlarının gerekçeden yoksun olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, hakkındaki tutuklama tedbirinin suçların önlenmesi amacıyla değil HDP mensubu bir milletvekili olarak siyasi faaliyetlerini engelleme ve muhalefetin susturulması amacıyla uygulandığını iddia etmiştir.
Başvurucu ayrıca soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlandığı yönünde de şikâyette bulunmuştur.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia Yönünden
Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir.
Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler” bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Dolayısıyla tutuklamanın diğer koşullarından önce bu ön koşulun bulunup bulunmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğunun kabulü için suçlama, kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmelidir.
Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır.
Bu genel ilkeler doğrultusunda, ilk olarak somut olayda başvurucunun suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
Başvurucunun tutuklanmasına karar veren Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hâkimliği, tutuklama kararında "6-7 Ekim olayları" kapsamında HDP'nin sosyal medya hesabından MYK adına yapılan çağrıları ve başvurucunun MYK üyesi olmasını dikkate alarak PKK silahlı terör örgütü üyesi olma suçu yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır.
Anayasa Mahkemesi Gülser Yıldırım kararında “6-7 Ekim olayları”nın öncesinde ve/veya olaylar sırasında HDP’nin sosyal medya hesabından MYK adına yapılan çağrılar ile PKK tarafından yapılan çağrılar arasında, yine bu çağrılar ile yaşanan şiddet olayları arasında illiyet bağı kurulmasının olgusal ve hukuki temellerinin olduğunun söylenebileceğini belirtmiştir. Mahkeme Gülser Yıldırım yönünden bu sonuca ulaşırken başvurucunun, anılan çağrının iradesi dışında yapıldığını iddia etmediğine, aksine çağrıyı sahiplenecek şekilde beyanda bulunduğuna dikkat çekmiştir.
HDP'nin sosyal medya hesabından MYK adına, halkın sokağa çıkması ve direnişe katılması yönünde çağrı yapıldığı ve başvurucunun MYK üyesi olduğu hususlarında kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvurucu suça konu çağrının yapılması yönünde bir iradesinin olmadığını her aşamada ifade etmiştir. Başvurucu, bu ifadelerinde kendisinin katıldığı herhangi bir toplantıda çağrı yapılması yönünde bir karar alınmadığını da istikrarlı olarak söylemiştir.
Suça konu çağrının yapılmasının kararlaştırıldığı iddia edilen MYK toplantısında çağrının yapılmasına karar verildiği sırada başvurucunun da hazır bulunduğuna ve bu çağrının başvurucu tarafından sahiplenildiğine, dolayısıyla çağrının başvurucunun iradesi doğrultusunda yapıldığına dair soruşturma makamlarının somut olgulara dayalı bir tespiti bulunmamaktadır. Nitekim ilk kez tutuklamaya sevk edildiğinde başvurucunun tutuklanması talebini reddeden Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliği de benzer yönde gerekçelere yer vermiştir.
Bu itibarla eldeki belgelere göre somut olayda "suç işlendiğine dair kuvvetli belirti"nin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
Anayasa Mahkemesince varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının, tutuklamanın ölçülü olup olmadığının ve tutuklamanın hukuki olmadığına yönelik başvurucunun diğer iddialarının ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Diğer taraftan başvurucu, tutuklanması nedeniyle seçilme hakkının doğrudan sonucu olan yasama faaliyetine katılmasının engellendiğini, siyaset yapamaz hâle geldiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıyla bağlantılı olarak seçilme hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun temel şikâyetiyle ilgili olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu nedenle somut olayın koşulları dikkate alınarak başvurucunun seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasının ayrıca incelenmesi gerekli görülmemiştir.
Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia Yönünden
Mahkeme, başvurucunun soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına ilişkin iddiasını açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir. |