Bireysel Başvuru Basın Duyuruları

21.12.2017
BB 43/17
Halkların Demokratik Partisinin Eş Genel Başkanı ve Milletvekili Olan Başvurucu Hakkında Uygulanan Tutuklama Tedbirine İlişkin Kararın Basın Duyurusu
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 21/12/2017 tarihinde, Selahattin Demirtaş tarafından yapılan bireysel başvuruda (B. No: 2016/25189), aşağıda özetle belirtilen gerekçelerle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. İlk olarak yasama dokunulmazlığına istisna getirildiği veya bu dokunulmazlığın kaldırıldığı durumlarda milletvekillerinin tutuklanamayacağına ilişkin anayasal bir kural bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin de milletvekillerinin tutuklanamayacağına dair bir kararı yoktur. Mahkeme, milletvekillerinin tutukluluğuyla ilgili önceki kararlarında “tutukluluğun makul süreyi aştığı” şikâyetlerini incelerken tutukluluk süresi yanında seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının kullanılmasından kaynaklanan kamu yararının da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. İkinci olarak somut olayda Suriye’de yaşanan iç savaşın Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğu bir dönemde, Kobani’de yaşanan çatışmalar üzerine ve PKK terör örgütü tarafından yapılan çağrılarla eş zamanlı olarak Halkların Demokratik Partisinin (HDP) kurumsal sosyal medya hesabından, başvurucunun da üyesi bulunduğu Merkez Yürütme Kurulu (MYK) adına yapılan çağrıda halkın sokağa çıkmaya ve direnmeye davet edilmesi, bu çağrılar sonrasında başlayan ve kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak bilinen şiddet eylemlerinde çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanması hususları dikkate alındığında HDP MYK’sı adına yapılan çağrı ile söz konusu şiddet olayları arasında illiyet bağı kurulması mümkündür. Diğer taraftan bir partinin eş genel başkanı olan başvurucunun konumu dikkate alındığında, kamuoyunda “hendek olayları” olarak bilinen olaylar sırasında ve bu olayların yoğunlaştığı yerlerde, ayrıca daha önce değişik tarihlerde yaptığı konuşmalarda PKK'dan kaynaklı terör eylemlerini olumlayan ifadeler kullanmasının terörle bağlantılı bir suça konu edilmesinin olgusal temellerinin bulunduğu da söylenebilir. Son olarak PKK terör örgütünün üst düzey yöneticilerinden olan Sabri Ok ile terör örgütü yöneticisi olduğu belirtilen K.Y. ve K.Y. ile başvurucu arasında geçtiği ileri sürülen telefon konuşmalarının içerikleri ile diğer bazı deliller gözönüne alındığında soruşturma mercilerinin başvurucunun PKK terör örgütü yöneticilerinden talimat alarak hareket ettiği yönündeki değerlendirmelerinin de olgusal temelden yoksun olduğu söylenemez. Dolayısıyla başvurucu hakkındaki tutuklama kararında “suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu” yönünde yapılan değerlendirme keyfi değildir. Bu itibarla başvurucunun “tutuklamanın hukuki olmadığı” yönündeki iddiası açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur. |
Olaylar
Başvurucu 1/11/2015 tarihinde HDP İstanbul milletvekili seçilmiş olup hâlen milletvekili ve HDP Eş Genel Başkanıdır.
Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia edilen bazı suçlara ilişkin farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüş ve yasama dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle otuz bir ayrı fezleke düzenlenmiştir.
Daha sonra 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6718 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle Anayasa’ya geçici 20. madde eklenmiş ve anılan maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisince (TBMM) kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş dokunulmazlığın kaldırılması istemini içeren dosyalar hakkında yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerin uygulanmayacağı şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Bu düzenleme üzerine -maddede belirtilen kapsama dâhil olan- başvurucu hakkındaki soruşturma dosyaları, gereğinin takdir ve ifası için farklı Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilmiş; sonrasında bu dosyalar Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında birleştirilmiştir.
Başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları tarafından 12/7/2016, 15/7/2016, 28/7/2016, 12/8/2016, 6/9/2016 ve 11/10/2016 tarihlerinde çağrı kağıdı/talimat gönderilerek savcılıklara davet edilmiş, ancak başvurucu bu çağrılara uymamıştır. Ayrıca milletvekili dokunulmazlıklarına ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM’ye verilmesi üzerine başvurucu yaptığı bir konuşmada kesin bir tavırla hiçbir milletvekilinin ifade vermeye gitmeyeceğini belirtmiştir.
4/11/2016 tarihinde Diyarbakır'daki evinde gözaltına alınan başvurucu, soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiştir. Başsavcılık aynı tarihte başvurucuyu, tutuklanması istemiyle Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimliğin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, halkı kanunlara uymamaya tahrik etme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme bunların hareketlerine katılma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, suç işlemeye alenen tahrik etme, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Başvurucu hakkındaki davada Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2017 tarihinde kamu güvenliği gerekçesiyle davanın nakli için Adalet Bakanlığına başvuruda bulunmuş, Bakanlığın davanın nakli talebini inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesi 22/03/2017 tarihinde yargılamanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine karar vermiştir. Anılan karar uyarınca dava dosyası Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiştir. Dava dosyasının başka bir dosya ile birleştirilmesi ve daha sonra ayrılmasına ilişkin süreç sonrasında dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdest olup başvurucunun tutukluluk hâli E.2017/189 sayılı dosya kapsamında devam etmektedir.
İddialar
Başvurucu; isnat edilen eylemlerin ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyette bulunma hakkı kapsamında olduğu gerekçeleriyle tutuklanmasının hukuki olmadığını, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucuya göre siyasi kimliği gereği değişik tarihlerde milletvekili ve bir siyasi parti başkanı sıfatıyla katıldığı miting, basın açıklaması ve konferanslar gibi etkinliklerde yaptığı konuşmalar ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekirken suça konu edilmiştir.
Başvurucu, tutuklama ve tutukluluğa itirazın reddi kararlarının gerekçeden yoksun olduğunu, bu kararlarda iddialarının karşılanmadığını belirtmiş; adli kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığı açıklanmadan ve tutuklama nedenlerine ilişkin bir gerekçeye yer verilmeden özgürlüğünden yoksun bırakıldığını iddia etmiştir.
Tutuklama dolayısıyla milletvekili olarak siyasi faaliyetlerini yerine getiremediğine değinen başvurucu, ayrıca tutuklama kararının HDP mensubu bir milletvekili ve partinin eş genel başkanı olarak siyasi faaliyetlerini engelleme ve bu faaliyetleri nedeniyle kendisini cezalandırma amacı taşıdığını ileri sürmüştür.
Başvurucu ayrıca yakalama ve gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğu ve soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlandığı yönünde de şikâyette bulunmuştur.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia Yönünden
Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir.
Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler” bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Dolayısıyla tutuklamanın diğer koşullarından önce bu ön koşulun bulunup bulunmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğunun kabulü için suçlama, kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmelidir.
Bu kapsamda yapılacak değerlendirmede şüpheli veya sanığa isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve örgütlenme özgürlükleri ile seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu veya bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hâllerde tutuklamaya karar veren yargı organlarının kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmaları gerekir.
Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır.
Bu genel ilkeler doğrultusunda, ilk olarak somut olayda başvurucunun suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
Başvurucunun tutuklanmasına karar veren Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliği "6-7 Ekim olayları", "hendek olayları", başvurucunun bazı konuşmaları ve DTK bünyesindeki faaliyetlerine değinerek PKK silahlı terör örgütünün üyesi olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçları yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır
Somut olayda, Suriye’de yaşanan iç savaş sırasında Kobani’de -PKK’nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasında çıkan çatışmaların yoğunlaştığı dönemde soruşturma mercilerinin tespitlerine göre ilk olarak PKK ile bağlantılı bir sosyal medya hesabından 5/10/2014 tarihinde yapılan açıklamada halk, Kobani’ye sahip çıkmaya ve şehirleri işgal etmeye çağrılmıştır. Bu açıklamanın ertesi günü HDP’nin sosyal medya hesabından yapılan duyuruda, başvurucunun da üyesi olduğu HDP MYK’sının Kobani olaylarına ilişkin gündemle toplandığı belirtilerek MYK adına bir açıklamaya yer verilmiştir. Bu açıklamada da halk acil olarak sokağa çıkmaya, sokağa çıkmış olanlara destek vermeye, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağrılmıştır. Açıklamada ayrıca "Bundan böyle her yer Kobane’dir. Kobane’deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar SÜRESİZ DİRENİŞE çağırıyoruz." denilmiştir. Söz konusu açıklamanın yapıldığı gün ve sonrasındaki günlerde PKK güdümünde yayın yaptığı belirtilen bir İnternet sitesinde yer alan duyuru ve haberlerde halk ayaklanmaya çağrılmış, tüm sokakların çatışma alanına dönüştürülmesi istenmiştir. Bu çağrılar üzerine 6/10/2014 günü başlayıp günlerce devam eden, ülkenin pek çok yerine yayılan, on binlerce kişinin katıldığı, çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği ve yaralandığı, kamunun ve binlerce kişinin malına zarar verildiği büyük şiddet olayları yaşanmıştır. Başvurucu söz konusu çağrının iradesi dışında yapıldığını iddia etmemiş, aksine çağrının arkasında olduğunu beyan etmiştir.
Başvurucu, konumu itibarıyla Suriye’de yaşanan iç savaşın Türkiye’nin ulusal güvenliği üzerinde tehdit oluşturduğunu, özellikle Kobani’de -iki terör örgütü arasında- yaşanan çatışmalar üzerine bu örgütlerden biri adına yapılan ayaklanma çağrısının Türkiye’de yaygın şiddet eylemlerine neden olabileceğini ve kamu düzenini bozabileceğini öngörebilecek durumdadır. Böyle bir ortamda HDP’nin kurumsal sosyal medya hesabından partinin yürütme organı olan ve başvurucunun da üyesi bulunduğu MYK adına yapılan bu nitelikteki bir çağrının kitleler üzerinde ciddi ölçüde etkili olacağı yadsınamaz. Nitekim şiddet eylemleri, bu çağrıların yapıldığı gün başlamış ve giderek yaygınlaşmış, çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanmasıyla sonuçlanacak şekilde ağırlaşmış, kamu düzeni bozulmuştur. Dolayısıyla soruşturma makamlarının, HDP MYK’sı adına yapılan çağrı ile PKK tarafından yapılan çağrılar arasında, yine bu çağrılar ile söz konusu şiddet olayları arasında illiyet bağı kurmasının olgusal ve hukuki temellerinin olduğu söylenebilir.
Öte yandan kamuoyunda “hendek olayları” olarak bilinen terör olaylarının yaşandığı dönemde PKK, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı yerleşim yerlerinde cadde ve sokaklara hendekler kazıp barikatlar kurmak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirmek suretiyle şehirlerin bir kısmında hâkimiyet kurmaya çalışmıştır. Güvenlik görevlileri, bu hendeklerin kapatılmasını ve barikatların kaldırılmasını, böylelikle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmıştır. Bu operasyonlarda çok sayıda ağır silah ve patlayıcı madde ele geçirilmiş, hendekler kapatılmış, barikatlar kaldırılmış ve ayrıca çok sayıda terörist etkisiz hâle getirilmiştir.
Başvurucunun bu olayların yaşandığı dönemde yapığı konuşmalar, genel olarak anılan olayların yoğunlaştığı yerlerde yapılmıştır. Ayrıca başvurucunun farklı tarihlerde yaptığı konuşmalarında, PKK'dan kaynaklanan terör eylemlerini olumlayan ifadeler kullanmıştır. Bu itibarla soruşturma mercilerinin başvurucunun siyasi konumunu, söz konusu konuşmaların yapıldığı dönemi ve yeri, konuşmaların içeriğini ve bağlamını birlikte dikkate alarak bu konuşmaların yapılmasını suç işlendiğine dair bir belirti olarak kabul etmelerinin temelsiz olduğu söylenemez.
Son olarak PKK terör örgütünün üst düzey yöneticilerinden olan Sabri Ok ile terör örgütü yönetici olduğu belirtilen K.Y. ve K.Y. ile başvurucu arasında geçtiği ileri sürülen telefon konuşmalarının içerikleri ve diğer bazı deliller gözönüne alındığında soruşturma mercilerinin başvurucunun PKK terör örgütü yöneticilerinden talimat alarak hareket ettiği yönündeki değerlendirmelerinin de olgusal temelden yoksun olduğu söylenemez.
Buna göre başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan kuvvetli belirtilerin bulunmadığının kabulü mümkün değildir.
Tutuklamanın ön koşuluna ilişkin yapılan bu değerlendirmeden sonra somut olayda tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının da incelenmesi gerekir.
Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken tutuklama nedeni olarak, işlendiği iddia olunan silahlı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin kanunda öngörülen yaptırımın ağırlığına ve suçun katalog suçlar arasında olmasına dayanıldığı görülmektedir. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen “silahlı terör örgütü üyesi olma ve suç işlemeye tahrik” suçları, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleridir. İsnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir. Ayrıca anılan silahlı terör örgütü üyesi olma suçu, kanun gereği “tutuklama nedeni varsayılabilen” suçlar arasındadır.
Bunların yanı sıra ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarının başvurucuyu ifadesini almak üzere farklı tarihlerde birçok kez çağrı kâğıdıyla davet ettiği ancak başvurucunun bu çağrılara uymadığı görülmektedir. Milletvekili dokunulmazlıklarına ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM’ye verilmesi üzerine başvurucu burada yaptığı konuşmada kesin bir tavırla hiçbir milletvekilinin ifade vermeye gitmeyeceğini belirtmiştir. Dolayısıyla başvurucunun bu tutumunun kişisel bir yaklaşımın ötesinde soruşturma ve kovuşturma süreçlerini zorlaştırmaya yönelik siyasi bir tavır olduğu, bu nedenle devamlılık arz edebileceği söylenebilir. Sonuç olarak başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında açıklanan, kaçma şüphesine ilişkin tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Son olarak başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
Bu kapsamda başvurucu, tutuklanmasının siyasi faaliyetlerini yerine getirmesine engel olacağını belirtmiş; Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarını emsal göstererek, tutuklanmasının ölçüsüz olduğunu ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi, bugüne kadar bir milletvekilinin milletvekili olarak görev yaparken tutuklanmasının hukuki olmadığı yönünde herhangi bir karar vermemiştir. Bu bağlamda tutuklandıktan sonra milletvekili seçilen kişiler tarafından yapılan başvurulara ilişkin olarak Kemal Aktaş ve Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, İbrahim Ayhan ve -eldeki dosyanın da başvurucusu olan- Gülser Yıldırım kararlarında -bu yönde bir iddia dile getirilmediğinden- “ilk tutuklamanın hukuki olup olmadığı” yönünde bir inceleme yapılmamıştır. Mahkeme, tutuklandıktan sonra milletvekili seçilen Mehmet Haberal ve Mustafa Ali Balbay tarafından yapılan başvurularda ise başvurucuların, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı hâlde özgürlüklerinden mahrum bırakıldıkları (tutuklamanın hukuki olmadığı) iddialarını açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur.
Anayasa Mahkemesi, milletvekillerinin tutukluluğuyla ilgili daha önce verdiği kararlarda seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarıyla bağlantılı olarak sadece “tutukluluğun makul süreyi aştığı”na ilişkin şikâyetleri incelemiştir. Anılan kararlarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılırken seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının kullanılmasından kaynaklanan yararla birlikte tutukluluğun süresi de (Mehmet Haberal başvurusunda 4 yıl 3 ay 22 gün, Mustafa Ali Balbay başvurusunda 4 yıl 5 ay, Kemal Aktaş ve Selma Irmak başvurusunda 4 yıl 8 ay 16 gün, Faysal Sarıyıldız başvurusunda 4 yıl 6 ay 15 gün, İbrahim Ayhan başvurusunda 3 yıl 2 ay 26 gün ve Gülser Yıldırım başvurusunda 3 yıl 10 ay 5 gün) dikkate alınmıştır.
Yasama dokunulmazlığına istisna getirildiği veya bu dokunulmazlığın kaldırıldığı durumlarda milletvekillerinin tutuklanamayacağına ilişkin anayasal bir kural bulunmamaktadır. Başvurucunun ileri sürdüğünün aksine Anayasa Mahkemesi, yukarıda yer verilen kararlarında milletvekillerinin tutuklanamayacağına dair bir değerlendirme yapmamıştır. Dolayısıyla milletvekilliği, başlı başına tutuklamaya engel teşkil etmemektedir. Bununla birlikte şüphesiz milletvekillerine isnat edilen eylemlerin siyasi faaliyette bulunma hakkı kapsamında olduğuna ilişkin ciddi iddiaların bulunduğu hâllerde, tutuklamaya karar veren yargı organları kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de milletvekilleri hakkında tutuklama tedbirinin hiçbir koşulda uygulanamayacağına ya da böyle bir tutuklamanın -otomatik olarak- ölçüsüz olduğuna dair bir yaklaşımı söz konusu değildir. Aksine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (Komisyon) Sakık ve diğerleri/Türkiye (B. No: 23878/94, 23879/94, 23880/94, 23881/94, 23882/94 ve 23883/94, 23/5/1996) başvurusunda, devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma suçlamasıyla milletvekili iken yasama dokunulmazlıkları kaldırılan ve tutuklanan başvurucuların bölücülük propagandası yapma ve/veya silahlı örgüte üye olma suçlarından hüküm giydiklerine dikkat çekmiş; tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasını reddetmiştir. Başvurucular, Avrupa İnsan Hakları Divanı (Divan) önündeki incelemede, Komisyonun vardığı sonucu kabul ettiklerini bildirmişlerdir. Divan da Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edilmediğinin açık olduğu sonucuna varmıştır (Sakık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23878/94-23879/94-23880/94, 26/11/1997, § 40).
Diğer yandan iddia edilen suçların işlendiği tarihten uzun bir süre sonra tutuklama tedbirine başvurulması nedeniyle somut olayda soruşturma süreci bakımından tutuklama tedbirinin -ölçülülük ilkesinin bir unsuru olarak- "gerekli" olup olmadığı da incelenmelidir.
Öncelikle Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca, yasama dokunulmazlığından yararlandığı sürece başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının mümkün olmadığı göz ardı edilmemelidir. Yasama dokunulmazlığının belirli aşamadaki dosyalar için uygulanmayacağına ilişkin Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihinde yürürlüğe girmiş; akabinde başvurucu hakkındaki soruşturma dosyaları, ilgili Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilmiştir. Başvurucu, anılan Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden yaklaşık beş ay sonra tutuklanmıştır. Bu süreç içinde yapılan işlemler incelendiğinde Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesine müteakip farklı Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilen dosyalarla ilgili fezleke düzenlenmesi, dosyaların yetkili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi, birleştirilmesi ve başvurucunun ifadesinin alınması için talimat yazılması ve çağrı kâğıdı çıkarılması gibi usule ilişkin işlemlerin yapıldığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla soruşturma süreci içinde, soruşturma mercileri başta olmak üzere, kamu makamlarının hareketsiz kalmaları söz konusu değildir.
Ölçülülüğe ilişkin somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suçlar için öngörülen yaptırımın ağırlığını ve işin niteliğini de gözönünde tutarak milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
İfade Özgürlüğü ile Seçilme ve Siyasi Faaliyette Bulunma Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar Yönünden
Anayasa Mahkemesi, ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddiasını, tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddia yönünden yaptığı değerlendirmeleri dikkate alarak açıkça dayanaktan yoksun olmasınedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
Yakalama ve Gözaltına Almanın Hukuka Aykırı Olduğuna İlişkin İddia Yönünden
Mahkeme, başvurucunun yakalama ve gözaltı tedbirlerine ilişkin iddialarını ise başvuru yollarının tüketilmemiş olmasınedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia Yönünden
Mahkeme, başvurucunun soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına ilişkin iddiasını açıkça dayanaktan yoksun olmasınedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir. |