12.8.2015

BB 21/15

Aile Hayatına Saygı Hakkına İlişkin Marcus Frank CERNY Kararı Basın Duyurusu

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 2/7/2015 tarihinde Marcus Frank Cerny ’in bireysel başvurusunda (B. No: 2013/5126), 25 Ekim 1980 tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme (Lahey Sözleşmesi) kapsamında yapılan iade talebinin reddine ilişkin karar gerekçelerinin aile hayatına saygı hakkı bağlamında ilgili ve yeterli olmaması nedeniyle başvurucunun aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucu, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) vatandaşı olup, müşterek çocuğun mutat meskeni olan ABD’den Türk vatandaşı olan annesi tarafından götürüldüğü ve geri dönmesine izin verilmediği iddiası ile ABD Dışişleri Bakanlığına, Lahey Sözleşmesi kapsamında iade işlemlerinin başlatılması hususunda başvuruda bulunmuştur. İade talebinin Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğüne iletilmesi sonrasında iade davası açılmıştır.

İlk Derece Mahkemesi tarafından, Lahey Sözleşmesi’nin 12. maddesinde düzenlenen derhal iade koşullarının oluşmadığı belirtilerek ve çocuğun yaşı ile anneye muhtaç hali dikkate alınarak talebin reddi yönünde hüküm kurulmuş, belirtilen karar kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir.

İddialar

Başvurucu, iade talebi hakkında yürütülen sürecin tarafların talep ve iddialarının karşılanmaması nedeniyle gerekli usuli güvenceleri taşımadığını ve derece mahkemelerinin Lahey Sözleşmesi’nde yer alan iadenin istisnasına ilişkin hükümleri genişleten yorumu nedeniyle çocuğu ile şahsi ilişkisinin engellendiğini belirterek, adil yargılanma ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Aile hayatına saygı hakkının, Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alındığını belirten Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 41. maddesinin de, Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği, özellikle aile hayatına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkemeye göre, aile yaşamındaki temel ilişkiler kadın ve erkek ile ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkiler olup resmi evlilik birliklerinin kural olarak aile hayatı kapsamında güvence altına alındığı nazara alındığında, resmi evlilik birliği içinde dünyaya gelen çocuk ile başvurucu arasındaki ilişki, aile yaşamının kurulması için yeterlidir.

Aile yaşamının temel unsuru, aile ilişkilerinin normal bir şekilde gelişebilmesi ve bu bağlamda aile fertlerinin birlikte yaşama hakkıdır. Mahkeme, ebeveyn ve çocuk arasındaki aile yaşamının, anne ve babanın birlikte yaşamaya son vermeleri kararından sonra da devam edeceğini, aile yaşamına saygı hakkı kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülüğün, sadece belirtilen hakka keyfi surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp aile yaşamına etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içerdiğini tespit etmiştir.

Kararda, Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerinin, ebeveynin, çocuğuyla bütünleşmesinin sağlanması amacıyla tedbirler alınmasını isteme hakkını ve kamusal makamların bu tür tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiği vurgulanmıştır. Bu yükümlülüklerin aile yaşamına saygıyı güvence altına almak için tasarlanmış ve hem bireylerin haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve oluşturulmasını, hem de fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını gerektirdiği ifade edilmiştir.

Ebeveynler tarafından gerçekleştirilen uluslararası çocuk kaçırma vakalarının, aile hayatına saygı hakkı bağlamında değerlendirme yapılmasını gerektiren önemli bir dava grubunu oluşturduğunu belirten Mahkeme, Türk hukukunun da bir parçası olan Lahey Sözleşmesi’nin, aile hayatına saygı hakkı çerçevesindeki pozitif yükümlülüklerin tespiti ve uygulanması noktasında yön verici hükümler içerdiğini, bu nedenle, Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkı bağlamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin tespitinde, söz konusu Sözleşme hükümlerinin göz önünde tutulması gerektiğini ifade etmiştir.

Lahey Sözleşmesi’nin ebeveynler tarafından gerçekleştirilen uluslararası çocuk kaçırma vakalarında ivedi bir iade prosedürü ile iade kararının sınırlı sayıda istisnasını öngördüğünü ve bu suretle velayet ve kişisel ilişki uyuşmazlıklarının esasına dair prosedürün neticelenme sürecinde ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkilerin zarar görmeksizin devam etmesinin amaçlandığı tespitlerine yer veren Mahkeme, çocuğun iadesi talebinin reddedilmesi suretiyle başvurucunun çocuğu ile ilişki kurma hakkı konusundaki kısıtlamanın, aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturduğunu; müdahalenin Lahey Sözleşmesi ve bu kapsamda yürürlüğe konulan 5717 sayılı Kanun’a dayandığı anlaşılmakla yeterli bir hukuki temele sahip olduğunu ve çocuğun iadesi talebinin reddine ilişkin kararlarda, derece mahkemelerinin çocuğun sağlık ve güvenliğinin temini şeklinde meşru bir amaç izlediğini kaydetmiştir.

Belirtilen meşru temellere rağmen, bireyin temel haklarına yapılan müdahale ile bu müdahale kapsamında izlenen meşru amaç arasında bir orantı bulunması zorunluluğuna işaret eden Mahkeme, somut başvuru açısından, çocuğun, anne babanın ve kamu düzeninin yarışan menfaatleri arasında, devletin bu konuda kendisine tanınan takdir alanı içinde adil bir denge kurup kurmadığının tespitinin önemli olduğunu vurgulamış ve derece mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hususunu değerlendirme yetkisine sahip olan Mahkemenin, bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını incelemek durumunda olduğunu ifade etmiştir.

Derece mahkemesi kararlarında, çocuğun Türkiye’de bulunmasının Lahey Sözleşmesi hükümleri uyarınca yasal olup olmadığı, iade kararına temel alınacak olan mutat meskenin tespiti ile Lahey Sözleşmesi’nde yer alan iadenin istisnasına ilişkin hükümler ve somut olaya uygulanabilirliği konusunda bir inceleme yapılmadığını ve bu hususlarda bir açıklamada da bulunulmadığını nazara alan Mahkeme, karar gerekçelerinin aile hayatına saygı hakkı bağlamında ilgili ve yeterli olmadığını tespit etmiştir.

Sonuç olarak, aile hayatına saygı hakkı bağlamında derece mahkemelerince ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığını belirten Mahkeme, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.