Genel Kurul
2010/ 63 E. sayılı dosyaya ait Erzurum 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 15.6.2010 tarihli başvuru kararı
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI'NA
ANKARA
ANAYASAYA AYKIRILIK
İDDASINDA BULUNAN
MAHKEME : Erzurum 2. Sulh Ceza Mahkemesi
DOSYA NO : 2010/694
SUÇ :1632 sayılı Askeri Ceza Kanunun 63/1A maddesi gereğince Yoklama
Kaçağı Kalmak
SUÇ TARİHİ : 22.02.2010-03.03.2010 tarihleri arasında
İPTAL KONUSU : 1111 sayılı Yasanın 25. maddesinin iptali istemidir.
İPTAL SEBEPLERİ: Mahkememizde görülmekte olan yukarda esas numarası yazılı dava dosyamızda, sanık E.B. hakkında süresi içerisinde geçerli bir mazereti olmaksızın son yoklamasını yaptırmadığı gerekçesi ile 1632 Sayılı Askeri Ceza Kanunun 63/1A maddesi gereğince cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmıştır.
Sanık Mahkememizde yapmış olduğu savunmasında özetle; Kendisinin köyünde çobanlık yaptığını, köyde çok az genç kişi kalması nedeniyle tek tertip kendi olduğunu, evlerinden televizyonlarının dahi olmadığını, TRT yi hiç seyredemediklerini bundan dolayı da son yoklamasını yaptırması gerektiğine ilişkin duyuruyu duymadığını beyan etmiştir.
Sanığın Son yoklamasını yaptırmasına dair ilanı TRT den duymadığını beyan etmesi üzerine yapılan incelemede 1111 sayılı Yasanın 25 maddesinin Anayasanın 2, 10, 28/3, 38/10, 72 maddelerine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır şöyle ki;
1111 SAYILI YASANIN 25 MADDESİNİN DEĞİŞİKLİKTEN ÖNCEKİ VE SONRAKİ HALİ
1111 Sayılı Askerlik Kanunun 25. maddesi 05.02.2009 tarihli 5837 Sayılı Yasa ile değişiklikten önceki hali "Davet pusulası alan ihtiyar meclis veya heyetleri, pusulalarda yazılı olanlar köy ve mahallelerinde iseler kendilerini değil iseler ana, baba, kardeş veya hısımlarını davetten haberdar eder. Köy ve mahallelerinde olmayanların nerede, ne gibi işlerde bulunduklarını ve köy ve mahallelerinde bulundukları halde kaza merkezine gidemeyecek derecede hasta veya çürük olanların hastalıklarını veya çürüklüklerini ve hapiste olanlar varsa niçin ve nerede mahpus olduklarını ve ne kadar gün hapis kalacaklarını, orta veya yüksek mekteplerde okuyanlar varsa hangi mektepte, ne vakitten beri okumakta olduklarını meclise haber vermek üzere öğrenmeye ve pusulalarda gösterilen günde çağrılanları davet pusulaları ile birlikte alarak mecliste bulunmağa borçludurlar." şeklinde iken, söz konusu değişiklikten sonraki hali "Milli Savunma Bakanlığı tarafından, o yıl askerlik çağına girenler ile bir önceki sene ertesi yıla terk edilenlerin son yoklamalarının yapılacağı, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu aracılığıyla duyurulur. Bu duyuru yükümlülere tebliğ mahiyetindedir." şeklini almıştır.
1- HUKUK DEVLETİ İLKESİNE AYKIRILIK
1982 Anayasasının 2. maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı. Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." denmek suretiyle Cumhuriyetin nitelikleri sayılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir. Hukuk devleti en kısa tanımı ile, faaliyetlerinde hukuk kurullarına bağlı olan ve vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlayan devlet demektir. Hukuk devleti yönetilenlerce uyulacak kurallar koyan devlet olmayıp, aynı zamanda koyduğu hukuk kuralları ile kendini de bağlı gören devlettir. Hukuk devleti yazılı olmayan hukuk kurallarına da bağlı olmasını gerektirmektedir.
Yüksek Mahkemeniz de 21 Haziran 1991 tarih ve 1991/17 sayılı kararında hukuk devletini "hukuk devleti insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan toplum yaşamında adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni sürdürmekle yükümlü sayan, bu davranışları hukuk kurallarına ve Anayasa'ya uyan işlem ve eylemleri yargı denetimine tabi olan devlet demektir" şeklinde tanımlamıştır.
Hukuk devletinin amaçlan arasında suç işlenmesini önlemek, suç işleyeni ıslah etmek ve cezalandırmak ta bulunmaktadır. Keza bu prensip 5237 Sayılı TCK nın 1. maddesinde "ceza kanunun amacı, kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç islenmesini önlemektir" şeklinde düzenleme yapılmıştır. Yani cezai müeyyideleri gerektiren düzenlemelerde aynı zamanda suçun işlenmesinin de önlenmesi amaçlanmalıdır. Yani Hukuk devleti suçun oluşumuna neden olan sebepleri tespit etmeli ve bunları önleyici tedbirleri de almalıdır. Keza 1111 sayılı Yasanın 05.02.2009 tarihinden önceki düzenlemesinde 2008 yılında mahkememizde bu suça ilişkin 30 adet dosyaya bakıldığı halde bu düzenlemeden sonra 2009 yılında bu miktarın 189 olduğu ve 2010 yılında Haziran ayı itibariyle 340 dosyanın mahkememize geldiği de düşünüldüğünde, hukuk devletinin suçların önlenmesine yönelik tedbirinin alınmadığı anlaşılmaktadır. Zira mahkememizde görülmekte olan dosyalarda sanıkların savunmalarının ortak noktası, celp dönemlerini ve son yoklamalarını yaptıracakları tarihi bilmedikleri yönündedir. Suçun önlenmesi amacıyla, kişilere teknolojik imkanlarda kullanılmak suretiyle birey olarak son yoklama tarihlerinin değişiklikten önceki haliyle tebliğ edilmesi hukuk devletinin amacına daha uygun düşmektedir. Keza bu şekilde mahkemelerin işlerinin gereksiz yere artmasının önüne geçilebilecektir.
2-VATAN HİZMETİ HAK VE YÜKÜMLÜĞÜNE AYKIRILIK
Hukuk devleti ilkesi bu bağlamda, adalet anlayışı esasına dayalı kuruluşunda, işleyişinde adaleti gerçekleştirmeyi ve onu korumayı görev edinen devlettir. 1111 Sayılı Yasanın 25 maddesinde 05.02.2009 tarihli 5837 Sayılı Yasanın 8. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki hali Davet pusulası alan ihtiyar meclis veya heyetleri, pusulalarda yazılı olanlar köy ve mahallelerinde iseler kendilerini değil iseler ana, baba, kardeş veya hısımlarını davetten haberdar eder. Köy ve mahallelerinde olmayanların nerede, ne gibi işlerde bulunduklarını ve köy ve mahallelerinde bulundukları halde kaza merkezine gidemeyecek derecede hasta veya çürük olanların hastalıklarını veya çürüklüklerini ve hapiste olanlar varsa niçin ve nerede mahpus olduklarını ve ne kadar gün hapis kalacaklarını, orta veya yüksek mekteplerde okuyanlar varsa hangi mektepte, ne vakitten beri okumakta olduklarını meclise haber vermek üzere öğrenmeye ve pusulalarda gösterilen günde çağrılanları davet pusulaları ile birlikte alarak mecliste bulunmaya borçludurlar. şeklinde idi. Yani askerlik çağı gelen ilgili kişilere, askerlik çağlarının geldiği ve son yoklamalarının yapılacağı zaman tebligatla bildirilmekte ve bu şekilde ilgili kişiler Anayasanın vatan hizmeti başlıklı 72. maddesinde düzenlendiği üzere, vatan hizmeti hakkını ve yükümlülüğünü eksiksiz yerine getirebilmekte idi. Ancak 05.02.2009 tarihinde 1111 Sayılı yasanın 25 maddesinde yapılan değişiklikten sonra kişiler askerlik çağının gelip gelmediğini son yoklamalarını ne zamana kadar yaptırmaları gerektiğini yeterince açık bir şekilde öğrenememektedirler. Bu nedenle Anayasanın 72. maddesindekini hakkını kullanamamakta ve yükümlülüğünü süresi içerinde yerine getirememektedir. Bu şekilde kişilerin hak ve özgürlükleri de ihlal edilmektedir.
3-SUC VE CEZALARA İLİŞKİN ESASLARA AYKIRILIK
Hukuk devletinde, suç işleyen kişilerin yazılı hukuk kurallarına göre cezalandırılması esası benimsenmiştir. Keza Anayasanın Suç ve cezalara ilişkin esaslar başlığı altında düzenlenen 38/10 maddesinde "İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz." hükmü bulunmaktadır. Keza 1632 Sayılı Askeri Ceza Kanunun 63/1-A maddesine göre cezalandırabilmek için 1111 Sayılı Yasanın 25. maddesine göre kişilerin son yoklamalarını yaptırmaları için çağrılmaları gerekmektedir. Bu çağırma işlemi ise Askerlik Şubelerince maddede öngörülen usulle yapılması gerekirken, 05.02.2009 tarihli son değişiklikle TRT yoluyla yapılan duyuru ile çağrı yapılmakta ve bu çağrı tebliğ yerine geçmektedir. Ülkemizde yüzün üzerinde ulusal kanal olduğu düşünüldüğünde TRT tarafından yapılacak olan duyurunun ilgililerine ne kadar ulaşacağı şüphelidir. Keza mahkememizde Bakaya suçundan bakılan dava sayısı 2008 yılında 30 iken 05.02.2009 tarihinde yapılan değişiklikten sonra 2009 yılında 189, 2010 yılında ise bu sayı bu gün itibari ile 340'a yükselmiştir. Bu da göstermektedir ki TRT yoluyla yapılan duyurular idareye bir kolaylık sağlamakla birlikte, yükümlülerin askerlik çağlarını öğrenmelerine bir olanak tanımamaktadır.
Milli Savunma Bakanlığı 1111 Sayılı Yasanın 2/1-1 maddesi gereğince o yıl silah altına alınacakları belirleyip, Genel Kurmay Başkanlığına bildirir, Genel Kurmay Başkanlığı da o yılki asker ihtiyacını belirleyerek Milli Savunma Bakanlığına bildirir. Bu şekilde ülkenin asker ihtiyacı en iyi şekilde temin edilir. Oysaki 1111 Sayılı Yasanın 25. maddesinde yapılan değişiklikten sonra Mahkememizde görülmekte olan yoklama kaçağı ve bakaya suçlarındaki artışlarda göstermektedir ki kişilere celp dönemlerine ilişkin tebligat, etkin yapılmadığı için ülkenin gerek duyduğu asker ihtiyacının karşılanamaması durumu ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle de yapılan değişiklik eski düzenlemeye göre daha isabetli bir sonuç doğurmamış, sadece askerlik şubelerinin tebligat hizmetlerini yapmasında kolaylık sağlamıştır. İdari hizmetlerin yürütülmesinde idareye kolaylık sağlanırken, kişiler hakkında cezai müeyyideye temel teşkil edecek bir hukuki işlemin, kişiye özel iletişim araçları ile değil de kitlelere hitap eden bir iletişim aracı ile yapılması Anayasanın 38/10 maddesine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Mahkememizde sanık sıfatıyla yargılanan ve ifade veren kişilerin tamamına yakını, kendi celp dönemlerinin ne zaman olduğunu ve son yoklamalarını ne zaman yaptırmaları gerektiğini bilmediklerini iddia etmektedirler. Keza bu kişilerin ekseriyetle, askerlik hizmetini yapmaktan kaçınmadıkları, yargılama aşamasında halen askerlik hizmetlerini yapıyor oldukları veya yasal tecil haklarını kullandıkları müşahede edilmektedir. Askerlik hizmetini yaparken veya yasal tecil hakkını kullanırken, kişilerin hiç istemedikleri halde, sırf son yoklamalarını yaptırma tarihinin kendilerine etkili bir şekilde tebliğ edilmemesinden dolayı sanık pozisyonuna düşmeleri bu kişilerin anayasal hak ve ödev olan vatan hizmetinden soğumaları sonucunu doğurmaktadır.
4-KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIK
a) Yüksek Mahkemenizde 21 Haziran 1991 tarih ve 1991/17 sayılı kararında yaptığı hukuk devleti tanımında hukuk devletinin unsurlarını da belirtmiş ve yüksek mahkeme bu belirleme de doktrinde de hukuk devletinin maddi unsurları arasında kabul edilen "eşitlik" ilkesini de saymıştır.
Eşitlik ilkesi. Anayasa koyucu tarafından da önemsenmiş ve Anayasanın "kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesinde düzenleme altına almıştır. Söz konusu maddenin son fıkrasına göre devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Bu düzenlemeye göre yasama, yürütme ve yargı organları yapacakları bütün işlemlerde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorundadırlar. Bu eşitlik hem yapılan işlemin muhatabı olan kişiler açısından hem de, bizatihi işlemlerin kendi içerisinde eşit olması şeklinde düşünülmelidir. İkinci durumdaki eşitlikten kasıt, devlet organlarının yaptıkları işlemler açısından da eşitlik ilkesine riayet etmesi anlamına gelmektedir. Elbette bu eşitlik bu mutlak anlamda olmayıp nispi anlamda bir eşitliktir. Yani aynı hukuki sonuca yönelmiş işlemler yönünden eşitlik gözetilecektir.
Mahkemenize açmış olduğumuz iptal davasının konusu olan "tebligatın yapılma şekli" açısından yasama organı aynı hukuki sonucu doğuran bir durum için farklı düzenlemeler öngörerek eşitlik ilkesine aykırı bir sonuç çıkmasına neden olmaktadır. Keza 1111 sayılı yasanın 25. maddesinde 05.02.2009 tarihinden önce kişilere öncelikle bizzat tebligatı, olmadığı taktirde ona ulaştırabilecek yakınlarına veya kişilere tebligatı öngörmüştür. Zaten yasanın hükmü yürürlükte iken yoklama kaçağı veya bakaya suçlarından mahkemelerdeki dava sayıları çok azdır. Kişiler ne zaman son yoklamalarını yaptırmaları gerektiğini bilmektedirler ve buna göre süresinde askerlik şubelerine müracaatlarını gerçekleştirmektedirler. Zaten mahkeme aşamasına geçildiğinde sanığa (yükümlüye) 7201 sayılı tebligat kanuna göre tebligat yapılmaktadır. Yani mahkeme aşamasında da ilgiliye "bizzat tebligat" hükümleri uygulanmaktadır. Oysa 5837 Sayılı Yasa ile yapılan değişiklik neticesinde bizzat tebligat değil, ilanen tebligat usulü getirilmiştir.
7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, muhataba tebligatın her şeyden önce bizzat ikametinde yapılması gerektiği esası getirilmiştir. 7201 Sayılı Tebligat Kanunun, tebligat esasları başlıklı ikinci faslında kanun koyucu tebligatın bizzat ilgiliye yapılması gerektiği konusunda düzenlemeler yapmış olup, ilgilisine yapılmasının mümkün olmaması halinde ise, tebligatın ve içeriğinin muhatabına ulaştırabilecek en yakın kişilere yapılabileceğini belirtmiştir. Yasanın 16. maddesine göre kendisine tebliğ yapılacak şahıs, adresinde bulunmazsa kendisi ile aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır şeklinde düzenleme yapılmıştır. Yine kanun koyucu aynı şekilde tebligatın ilgilisine bizzat yapılamaması halinde nasıl tebliğ yapılacağına ilişkin aynı yasanın 12,13,14.15,16.17,18,19 ve 21 maddelerindeki düzenleme ile tebligatın yapılması gerektiğini belirleme yoluna gitmiştir. Kanun koyucunun tüm bu maddeleri düzenlemesindeki amacı tebligatın bizzat ilgilisine yapılmasını sağlamak bunun mümkün olmaması halinde ise tebligatı ve içeriğini ilgilisine en hızlı ve isabetli şekilde ulaştırabilecek kişilere tebliğ yapılmasını sağlamaktır. Tüm bu düzenlemeler karşısında, tebligatın halen yapılamamış olması halinde, kanun koyucu son çare olarak 7201 sayılı 29 ve devamı maddelerinde öngördüğü ilanen tebligat yapılması şeklini düzenleme altına almıştır. Yani ilanen tebligat istisnai bir husus olarak düzenleme altına alınmıştır.
Hal böyle olmakla kanun koyucu 05.02.2009 tarihli 5837 sayılı yasanın 8. maddesi ile değişik 1111 sayılı Askerlik Kanunun 25. maddesinde "Milli Savunma Bakanlığı tarafından, o yıl askerlik çağına girenler ile bir önceki sene ertesi yıla terk edilenlerin son yoklamalarının yapılacağı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu aracılığı ile duyurulur, bu duyuru ilgililere tebliğ mahiyetindedir" şeklinde düzenleme yapmıştır. Bu düzenleme ile askerlik çağına girenlere yoklamalarına ilişkin tebligatın doğrudan ilan yoluyla yapılacağı esası getirilmiştir. Bu şekilde kanun koyucu aynı hukuki sonucu doğurmaya yönelik (tebligatın yapılması) farklı bir hukuki düzenlemeye tabi tutulmasına neden olmuştur.
Yukarıda da bahsedildiği gibi, yoklama kaçağı ve bakaya suçunun oluşabilmesi için yükümlülerin 1111 sayılı yasanın 25. maddesine göre çağrılmaları gerekmektedir. Keza 1111 sayılı yasanın 26 maddesinde de "çağrılan kişilerden" tabiri kullanılmıştır. Çağrılma hususu suçun yasal unsurudur. Suçun yasal unsuru gerçekleştikten sonra yargılama aşamasında kişilere iddianamenin tebliğinde, kararın tebliğinde 7201 Sayılı Yasa hükümleri uygulanmaktadır. Yani kişilere aynı suçla ilgili olarak iki farklı tebligat usulü uygulanmaktadır. 1111 sayılı Yasanın 25 maddesi genel bir ilan şeklinde yapıldığında kişilere ulaşamamakta, hiç suç işleme kastı olmayan kişilerin Anayasal hak ve yükümlüğünü yerine getirmesine mani olur şekilde yapılmakta, 7201 sayılı yasaya göre yapılan tebligat ise yargılama aşamasında kişilere ulaşmakta ve kişilerin adil yargılanma hakkını kullanmalarına olanak tanımaktadır. Bu da göstermektedir ki, 1111 Sayılı Yasanın 25 maddesindeki uygulama Anayasanın 10 maddesinde öngörülen eşitlik ilkesi ağır bir şekilde ihlal etmektedir.
b-) 25.04.2006 tarihinde kabul edilen ve 29.04.2006 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun amacı; kişinin doğumundan ölümüne kadar kişisel ve medenî durumuna, uyrukluğuna ve bunlarda meydana gelebilecek değişikliklere ait doğal ve hukukî olayların belirlenip saptanması, bu amaçla düzenlenmiş kütüklere yazılması, elektronik ortamda ulusal adres veri tabanının oluşturulması, nüfus kayıtları ile adres bilgilerinin ilişkilendirilmesini sağlamaktır.
Bu kanunun amacı kapsamında kişilerin yerleşim yerlerine göre nüfus bilgilerinin güncel olarak tutulduğu, nüfus hareketlerinin her an izlenebildiği, MERNİS kayıtlarındaki TC Kimlik Numarasına göre kişiler ile ikamet adreslerinin eşleştirildiği bir kayıt sistemi olan Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi uyarınca tüm vatandaşların adreslerinin kayıt altına alınmaktadır.
5490 sayılı kanunun Kimlik ve Adres Paylaşımı Sistemlerinin kullanılması başlıklı 45. maddesine göre,
MADDE 45- (1) Bakanlık, Kimlik Paylaşımı Sistemi ve Adres Paylaşımı Sistemi veri tabanlarında tutulan bilgileri bu Kanunda belirtilen esas ve usûller çerçevesinde kurumlar ile diğer kişilerin hizmetine açabilir. Yerleşim yeri adresi bilgileri ancak kurumların paylaşımına açılabilir.
Adres bilgilerinin kullanımı başlıklı 52. maddesine göre,
MADDE 52- (1) Bakanlık, talepleri halinde kurumlara, usûl ve esasları Bakanlıkça tespit edilmek üzere adres bilgilerini elektronik ortamda Adres Paylaşımı Sistemi ve Kimlik Paylaşımı Sistemi çerçevesinde verebilir, hükümleri dikkate alındığında,
Her kurum tarafından işlem yapılacak ilgililer hakkında adreslerinin temini ve usulüne uygun tebligat yapılmasının mümkün olduğu görülecektir. Kamu kurumları adrese dayalı nüfus kayıt sisteminden yararlanmak suretiyle kişilerin adreslerini gayet kolay bir şekilde belirleyebilmekte, hem kişilerin mağdur olmasına sebebiyet vermemekte, hem de kısa sürede isabetli ve etkili sonuca ulaşabilmektedir. Dolayısıyla Milli Savunma Bakanlığı da sistemden yararlanmak suretiyle askerlik çağı gelen ilgililerin adreslerine ulaşma imkanını haiz olup, bu sayede ilgililerin mağduriyetine sebebiyet verilmemiş olacaktır. Oysa askerlik çağı gelenlere bu yasal imkanlar tanınmamakta, idarenin işinin kolay olması mülahazası ile TRT yoluyla duyuru yapılmaktadır. Bilişim ve teknoloji alanındaki gelişmeler ışığı altında, e-devlet uygulaması bünyesinde adreslere bu şekilde kısa ve isabetli bir şekilde ulaşılma imkanı varken ilanen tebligata gidilmesi, e-devlet ilkesi ile de bağdaşmayacaktır. 21.06.1927 tarihli 1111 Sayılı Yasanın 25 maddesinde o dönemin kısıtlı imkanlarına rağmen bizzat tebliğ yapılması aranırken, günümüzdeki teknolojik gelişmeler göz ardı edilerek, son derece soyut olan ilanen tebligat usulünün düzenlenmesi de hakların geriye götürülmesi niteliğindedir.
c-) Bir başka husus da Tebligat Kanunun 1. maddesinde "Kaza-i merciler, genel ve katma bütçeli daireler, belediyeler, köy hükmi şahsiyetleri, barolar ve noterler tarafından yapılacak bilcümle tebligat, bu Kanun hükümleri dairesinde Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü veya memur vasıtasıyla yapılır." hükmü bulunmaktadır. Dolayısıyla tüm kamu kurumları kanunun bu amir hükmü gereğince yapacakları tebligatı, Tebligat Kanuna göre yapmaktadır. Tebligat Kanunu kişilerin haklarındaki yasal işlemleri öğrenebilmesi açısından, kişinin adresinde bulunup bulunamayacağı ihtimalleri de göz önüne alınarak hazırlanmış, büyük oranda hak arama ve savunma yapma hakkını kısıtlamayan düzenlemeler içermektedir. Bu şekilde kişiler haklarına daha çabuk ve etkili ulaşabilmekte, yükümlülüklerini zamanında hak kaybına neden olmadan yerine getirebilmektedir. Oysa 1111 sayılı Yasanın 25 maddesindeki düzenleme ile, kişiler anayasal hak ve yükümlülüğünü TRT izlemiyorlarsa baştan kaybetmektedirler. Keza ulusal kanalların sayısının yüzden fazla olduğu da düşünüldüğünde, bu tebligat usulünün tek bir kanaldan yapıldığında yerinde bir tebligat usulü olmadığı açıktır.
5-BASIN HÜRRİYETİ
Anayasanın basın hürriyeti başlıklı 28/3 maddesinde "Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır" şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Yani devlet, gerek basının haber hazırlama, gerekse vatandaşın haber alması ile ilgili tüm önlemleri alacaktır. 1111 Sayılı Yasanın 25 maddesinde duyurunun sadece TRT tarafından yapılması, kişilerin sadece TRT den haber almaları zorunluluğunu getirmektedir. Yani askerlik çağı gelmiş bir yükümlü TRT dinlemeyip başka bir haber izlediği veya dinlediği taktirde, duyurudan haberdar olmadığından yoklama kaçağı durumuna düşmektedir. Bu durumda devlet basın ve haber alma hürriyetini geliştireceği yerde TRT'yi izlemeyenleri bir nevi cezai müeyyide ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu yönüyle de 1111 Sayılı yasanın 25 maddesi anayasa aykırı bulunmaktadır.
SONUÇ VE İSTEK : Yukarıda izah olunduğu üzere, 05.02.2009 tarihli ve 5837 sayılı Yasanın 8. maddesi ile değişik 1111 Sayılı Askerlik Kanunun 25. maddesinin Anayasanın 2, 10, 28/3, 38/10, 72 maddelerine aykırı olduğu kanaatine mahkememizce resen varıldığından bu maddenin iptali Yüksek Mahkemenizden talep olunur.