Konuşmalar

< Başkan'ın Konuşmaları

  29 Ekim 2025 Çarşamba | Paylaş & İndir  

Dünya Anayasa Yargısı Konferansı VI. Kongresi

B Oturumu- “İnsanlığın Kültürel Mirasının Korunması”

Madrid
29 Ekim 2025


İspanya Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Cándido Conde-Pumpido Tourón,

Venedik Komisyonu Başkanı Sayın Caliare Bazy Malaurie,

Saygıdeğer Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Mahkeme Başkanları ve Üyeleri,

Saygıdeğer Katılımcılar,

Hanımefendiler ve Beyefendiler, 

Bugün burada, Dünya Anayasa Yargısı Konferansı’nın VI. Kongresi’nde, “İnsanlığın Kültürel Mirasının Korunması” başlığı altında sizlere hitap etmekten büyük bir onur duyuyorum. Geçmiş kongreler gibi bu Kongre’nin de aynı derecede başarılı ve verimli olacağına yürekten inanıyorum. Bu vesileyle, bu Kongre’ye ev sahipliği yapan İspanya Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Cándido Conde-Pumpido Tourón’u ve Mahkeme üyelerini, Venedik Komisyonu Sekretaryasını ve emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Güzel Madrid şehrinde gösterdikleri sıcak misafirperverlikleri için kendilerine ayrıca şükranlarımı sunuyorum.

Bu Kongre’de bir oturumun kültürel mirasın korunmasına ayrılmasını çok anlamlı buluyorum. Kültür insanlığın vazgeçilmez unsurlarından biri olmakla beraber teknoloji, dijitalleşme ve globalleşme gibi hususlar kültürün gelişimine ve korunmasına olumsuz etki edebilmektedir.

Kültürel miras, yalnızca geçmişin bir hatırası değil, kuşaklar ve toplumlar arasında yüzyıllara yayılan bir iletişim aracıdır. Kültürel miras, kimliğimizin temeli, toplumsal hafızamızın taşıyıcısı ve geleceğimizi inşa etmemize ışık tutan evrensel bir değerdir. İnsanlık tarihi boyunca uygarlıklar, değerlerini, inançlarını, sanatlarını ve yaşam biçimlerini kültürel miras aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarmışlardır. Bu nedenle kültürel miras, hem yazıtlar ve anıtlar gibi somut örnekleriyle hem de hikayeler ve temsiller gibi soyut örnekleriyle insanlığın varoluşunun ve ortak bilincinin en güçlü ifadesidir. Bu nedenle, kültürel mirasın gelecek kuşakların hakları bağlamında ele alınarak değerlendirilmesi gereği ortaya çıkmaktadır.

Kültür tarih boyunca korunmaya değer görülmüşse de kültürel varlıkların korunmasının kamusal bir sorumluluk olarak görülmesi 19. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Dünya savaşları sonrasında ise kültürel mirasın korunması uluslararası hukuka konu olmuştur. Günümüzde kültürel mirasın bir insan hakkı olarak ele alınmasına ilişkin bir eğilim bulunmakta ise de ulusal ve uluslararası hukukta bu yönde daha somut adımların atılması ve buna ilişkin hukuksal çerçevenin bir an önce ete kemiğe büründürülmesi gerekmektedir.

Konuşmamda, konuyu uluslararası literatür ve hukuk kapsamında irdeleyerek Mahkememiz içtihatlarından kısaca bahsetmek istiyorum. Ancak bundan önce insanlığın kadim mirasının en güzel örneklerini barındıran Anadolu kültüründen de söz etmek isterim. Daha yeni keşfedilen Göbeklitepe, insanlık tarihinin en eski yerleşim ve tapınak kompleksi olarak uygarlığın başlangıcına ışık tutmaktadır. Hem Anadolu’da hem dünyanın farklı yerlerinde baharın gelişinin yeni yıl olarak kutlandığı Nevruz UNESCO’nun İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesi’nde yer almaktadır. İstanbul, üç imparatorluğun başkenti olarak çok kültürlü mirasın en görkemli ifadesidir. Ama Anadolu yalnızca taşlara kazınmış bir tarih değil; aynı zamanda evrensel bir manevi mirasın da kaynağıdır.

Anadolu’nun önemli şahsiyetlerinden olan ve adeta hoşgörü kültürünün temsilcilerinden olan Rumi ve Yunus Emre, tüm dünyada tanınmakta ve sevilmektedir. Rumi, “Gel, ne olursan ol, yine gel.” diyerek barışın evrensel dilini kurmuş ve Mesnevi gibi eşsiz bir eser bırakmıştır. Yunus Emre ise, “Sevelim, sevilelim; dünya kimseye kalmaz.” sözleriyle, insanlığın ortak vicdanına seslenmiştir. Daha nice sözlerle insanların gönüllerinde yer etmiş olan Rumi ve Yunus Emre’nin eserleri, insanlığın kültürel mirasının en güzel örneklerindendir. Anadolu topraklarından yükselen bu sesler kültürel mirasın özünü, insanları birleştiren ve sınırları aşan evrensel değerleri ifade eder.

Saygıdeğer Katılımcılar,

BM çatısı altında 1945 yılında kurulan UNESCO, kültürel mirasın korunmasına ilişkin uluslararası diyalog ve çaba gösterilmesinde itici güç olmuş ve birçok uluslararası belgeye öncülük etmiştir. Kültürel mirasın kurumsal kimlik kazanmasından önce uluslararası belgelerde kültür hakkıyla ilgili hükümler yer almıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 27. maddesinde kültürel hayata serbestçe katılma hakkı güvence altına alınmış ve 22. maddesinde kültürel hakların gerçekleştirilmesinde ulusal ve uluslararası çaba sarf edilmesi öngörülmüştür. Benzer şekilde BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin15. maddesinde taraf devletlerin herkese kültürel yaşama katılma hakkı tanıyacağı ifade edilmiştir.

Kültürel varlıkların korunması ilk defa savaş hukukunun bir konusu olarak 1954 tarihli Lahey Silahlı Çatışma Halinde Kültürel Varlıkların Korunması Sözleşmesi’nde ele alınmıştır. Sözleşme’nin başlangıç kısmında her bir halkın Dünya kültürüne katkı sunduğu ve herhangi bir kültürel varlığa verilen zararın tüm insanlığın kültürel mirasına verilmiş bir zarar olduğu vurgulanmıştır. Bununla beraber Sözleşme’nin 1. maddesinde kültürel varlık dar bir çerçevede ve somut unsurlar üzerinden tarif edilmiştir. Maddede mimari ve sanatsal anıtlar, arkeolojik alanlar, tarihi yapılar, kitaplar ve elyazmaları ve bu değerlerin muhafaza edildiği müze ve arşivler zikredilmiştir. Kültürel miras ise bunlardan çok daha fazlasını; gelenek görenek, inanç sistemleri, dil, hikayeler, ritüeller vb. gibi soyut unsurları da ihtiva etmektedir. Kültürel miras anlayışıyla kültür somut ve soyut unsurlarıyla bir bütün ve yaşayan bir olgu olarak kabul edilmiştir.

Bu doğrultuda, 1966 yılında gerçekleştirilen UNESCO Genel Konferansı’nda kabul edilen Uluslararası Kültürel İşbirliği İlkeleri Deklarasyonu’nda “bütün kültürlerin, tüm insanlığa ait olan ortak mirasın bir parçasını oluşturduğu” ifade edilmiştir. Yine UNESCO bünyesinde1972 yılında Dünya Kültürel Ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu Sözleşme, kültürel mirasın korunmasına yönelik olarak gittikçe artan uluslararası bilinç ve farkındalığı ortaya koymuştur. Sözleşme’nin giriş kısmında kültürel ve doğal mirasın sadece geleneksel bozulma nedenleriyle değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik değişimlerle de hızla tahrip olduğu ve giderek artan bir yok olma tehdidi altında bulunduğu belirtilmiştir.

Yine BM UNESCO çatısı altında 2003 yılında akdedilen Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi (SOKÜM), kültürün soyut unsurlarına yönelik olan ilk çok taraflı anlaşma olmuştur. 2005 yılında UNESCO Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi de somut olmayan kültürel mirasın korunmasında çok önemli bir adımı oluşturmuştur. Bunlardan başka BM çatısı altında kültürel mirasın korunmasını konu alan spesifik birçok sözleşme, ek protrokol ve ilke kararının yanı sıra bölgesel sözleşmeler de akdedilmiştir.

Bu arada, uluslararası hukuktaki normatif gelişmelere paralel olarak bazı uluslararası ve bölgesel mahkemelerin içtihatlarında da kültürel mirasın korunması insan hakları ile daha yakın ilişki içinde değerlendirilmeye başlanmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) “kültürel mirasın korunması” şeklinde bir hakkın düzenlenmediğine ve çıkarım yoluyla böyle bir hakkın varlığına hükmedilemeyeceğine karar vermiştir. Bununla birlikte AİHM’in kültürel miras hakkını özel hayata saygı, dernek kurma özgürlüğü ve ifade özgürlüğü gibi haklarla ilişkilendirdiği kararları da bulunmaktadır. Dolayısıyla kültürel miras hakkının AİHS sisteminde doğrudan olmasa da dolaylı olarak korunduğu söylenebilir. Bunun yanında AİHM içtihadına göre kültürel mirasın korunması mülkiyet hakkı gibi diğer hakların sınırlandırılmasında kamu yararına yönelik meşru bir amaç teşkil etmektedir. Dolayısıyla, kültürel mirasın korunması söz konusu ise kamu yararı hususunda devletin geniş bir takdir marjı olduğu kabul edilmiştir. Türk Anayasa Mahkemesinin kültürel mirasın korunmasına yönelik içtihadının da bu yönde evirildiği söylenebilir.

Kültürel miras hakkı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda açıkça düzenlenmemiş ancak kültürel mirasın korunması devlete bir ödev olarak yüklenmiştir. Kültürel mirasın korunması amacıyla mülkiyet hakkının sınırlanabileceği açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla, kültürel mirasın korunması anayasal düzeyde bir kamu yararı olarak ihdas edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, kültürel miras nedeniyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde kamu yararı değerlendirmesinde kamusal makamların geniş bir takdir yetkisi olduğuna hükmetmiştir (Arif Güven, Ahmet Bölge, B. No: 2014/13313, 28/9/2016).   

Anayasa Mahkemesinin dini azınlıklarla ilgili verdiği kararlar da kültürel mirasın korunması kapsamında değerlendirilebilir. AİHM’in ve diğer bölgesel mahkemelerin içtihatlarından da görüldüğü üzere azınlıkların ve yerli halkların kendi kültürlerini özgürce yaşamaları ve sürdürmeleri kültürel mirasın korunması açısından hayati önemi haizdir. Bu konuda Anayasa Mahkemesine yapılan Corc Kasapoğlu ve Niko Mavrakis (B. No: 2019/35842, 2/5/2023) başvurusunu örnek olarak verebiliriz. Başvuruya konu olayda azınlık cemaatine mensup başvurucular kilise vakfı yönetim kuruluna seçilmiş, ancak yürürlükteki mevzuat uyarınca din adamı oldukları gerekçesiyle yönetim kurulundan çıkarılmışlardır. Anayasa Mahkemesi aşağıdaki değerlendirmeler ışığında örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyle özetlenebilir:

“Başvurucuların dinî azınlıktan kişiler olduğunun hatırlatılmasında da fayda vardır. Örgütlenme özgürlüğünü her bir vatandaşın etkin bir şekilde kullanmasının sağlanmasının demokratik bir toplum için önemi kuşkusuz olmakla birlikte azınlığa mensup bireyler açısından bu hususun daha hassas olduğunun belirtilmesi gerekir. Zira bu kimseler çoğunluk içinde sahip oldukları kimlikleri korumak ve kimliklerine özgü tarihsel, dinî, sosyal, ekonomik, kültürel durumları, hakları daha güçlü bir biçimde ifade etmek için bir araya gelir ve bu kimselerin azınlık konumunda olmalarından ötürü daha fazla korunmaları gerekir. Bu nedenle devletin toplumsal bütünlüğü temin etmek adına azınlık haklarını koruması ve bu hakların en etkin şekilde kullanılmasını sağlaması yargısal süreçlerin süratle sonuçlandırılması ile mümkündür.”

Anayasa Mahkemesi, benzer şekilde Levon Berç Kuzukoğlu ve Ohannes Garbis Balmumciyan ([GK], B. No: 2014/17354, 22/5/2019) başvurusunda, Türkiye Ermeni Cemaatinin halihazırdaki Patriğinin sağlık sorunları sebebiyle görevini yerine getirememesi nedeniyle yeni Patrik seçimine ilişkin talebinin kamu makamlarınca reddedilmesi nedeniyle din özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Sina Aziz Manastırı ve Başpiskoposluğu (Tur-U Sina Manastırı) (B. No: 2019/31594, 20/7/2023) başvurusunda ise Mahkeme, bir kilise ve bahçesinin vakıf statüsüne alınarak yönetiminin idareye geçmesine karşı yapılan şikâyette mülkiyet hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin, azınlıkların otonom idareleri ile inanç ve kültürlerini özgürce yaşamalarının ve sürdürmelerinin temin edilmesi yönünde bir içtihat geliştirdiğini söylemek mümkündür. Bu noktada Devletimizin de ülkemizdeki azınlıkların kültürel mirasının korunmasına özenle yaklaştığını ifade etmek gerekir. Bunun bir başka güzel örneği de daha yeni inşa edilen Mor Efrem Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi’dir. Süryani Cemaatinin talebi üzerine kilise için devlet tarafından yer tahsis edilmiş ve 2019 yılında Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla kilisenin temeli atılmış ve yine Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla 2023 yılında açılmıştır. Süryani Kadim Ortodoks Cemaati’nin ibadet yeri ihtiyacını karşılayan bu yapı, bir azınlık cemaatinin görünürlüğünün artması ve kültürel mirasın korunması açısından çok değerlidir. Bilindiği üzere üzere kültürel miras, sadece somut kültür varlıklarından ibaret değil, farklı toplulukların yaşattığı dil, inanç ve geleneklerin de dahil olduğu bir bütündür.

Anayasa Mahkemesi norm denetimi kapsamında da kültürel mirasın korunmasına yönelik kararlar vermiştir. Örneğin Mahkeme, birinci derece arkeolojik sit alanlarının zilyetlik yoluyla iktisap edilemeyeceğine ilişkin kuralı, kültürel mirasın korunmasına yönelik olduğundan, demokratik toplum gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun bulmuştur (AYM, E.2016/49, K.2016/200, 28/12/2016).

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi İstanbul Boğazı’na ilişkin bir kararında, kültürel ve tarihî değerlerin korunmasının anayasal bir sorumluluk olduğunu vurgulamış, sit alanlarının ve tarihî yapıların ekonomik çıkarlar uğruna feda edilemeyeceğini belirtmiştir (AYM, E.2019/21, K.2020/51, 24/9/2020). Mahkeme, İstanbul Boğazı’na ilişkin bir düzenlemenin kültürel ve çevresel değerler üzerindeki etkilerini göz önünde bulundurarak, ilgili normun Anayasa’ya uygunluğunu denetlemiş, kültür ve tabiat varlıklarının korunması açısından anayasal çerçevenin önemini teyit etmiştir. Kararda, iptali istenen kurallarla elde edilmek istenilen sonuç ile anılan bölgedeki doğal güzellikler ve tarihî ve kültürel değerlerin korunması ve geliştirilmesi biçimindeki kamu yararı arasındaki makul dengenin kurulmamış olması nedeniyle kurallar iptal edilmiştir.

Değerli Katılımcılar,

Kültürel mirasın korunmasının hem bireyler, hem gruplar ve toplumlar hem de tüm insanlık için önem arz ettiğinde şüphe yoktur. Daha önce söylediğimiz gibi kültürel mirasın korunması ulusal ve uluslararası düzeyde geçtiğimiz yüzyılda kurumsal nitelik kazanmıştır. Kültürel mirasın korunması başta insan onuru ve kimliğiyle olmak üzere birçok temel hak ve özgürlükle çok yakın bir ilişki içindedir. Bununla birlikte kültürel mirası bireylere bir hak olarak açıkça tanıyan ve bağlayıcı olan küresel düzeyde bir uluslararası sözleşme ise henüz bulunmamaktadır.

Kültürel mirasın korunmasına yönelik ulusal seviyedeki düzenlemeler ise farklılık göstermektedir. Kültürel mirasın korunmasında bir kamu yararı olduğu genel kabul görmekle birlikte bu kabulün yeterli bir koruma sağlamaktan çok uzak olduğu açıktır. Bununla birlikte, kültürel miras, egemenlik ve siyasi otorite kavramlarıyla yakın ilişkisi nedeniyle, ulusal ve hatta uluslararası seviyede seçici bir korumaya da sahip olabilmektedir. Dolayısıyla kültürel miras insanlığın ortak değeri olarak korunması gerekirken politik hedefler çerçevesinde bir araç haline dönüşebilmektedir. Bu durum, kültürel mirasın belirli bir devletin hatta kamunun malı olmayı aşan, insanlığın malı ya da mirası olduğu anlayışıyla bağdaşmamaktadır.

Son olarak, kültürel mirasın korunması yalnızca bugünkü değil gelecekteki kuşakların da insan hakkıdır. Dolayısıyla kültürel mirasın korunması bugünkü insanların gelecek kuşaklara karşı bir sorumluluğudur. Kültürel mirasa seçici ve eleyici bir anlayışla değil, insanlığa ait somut ve soyut değerlerin korunması ve yaşatılmasına yönelik evrensel bir bilinçle yaklaşmamız gerektiğini vurgulamak gerekir.   

Sözlerime son verirken, dünyanın çeşitli bölgelerinde insanlığa karşı uygulanan hukuk dışılıkların, zulümlerin, silahlı çatışmaların ve savaşların kültürel mirasa ne kadar büyük onarılmaz zararlar verdiğini de söylemek istiyorum. Özellikle son birkaç yılda Filistin ve Gazze’de yaşananlar bunun en ağır örneğidir. Bunların da bir an önce son bulmasını ve tekrarlanmamasını diliyorum. İnsanlığın ortak geleceğinin, adil ve sürekli nitelikli bir barışın ancak yeryüzünde ahlaki değerlere ve adalete dönülmesiyle, adaletin ve ahlakın hâkim kılınmasıyla mümkün olabileceği unutulmamalıdır.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Kadir ÖZKAYA
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasa Mahkemesi Başkanı